26 Şubat 2008 Salı

İyi Bir Anne Olabilecek Miyim?

HAMİLELİK DÖNEMİNDE YAŞANAN PSİKOLOJİK DEĞİŞİMLER
Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü'nden Op. Dr. Banu Göker Özdemir, gebelik döneminde gerçekleşen fizyolojik değişimler haricinde psikolojik değişimler de bulunduğunu belirterek konu hakkında şu bilgileri verdi:

İlk üç ayda değişken ruh hali maydana gelebilir
Gebelik döneminde birçok ruhsal değişiklikler meydana gelmekte ve bunların birçoğu göz ardı edilmektedir. Gebeliğin özellikle ilk üç ayında değişken ruh hali meydana gelebilir. Sıkıkla nedensiz ağlama nöbetleri görülür. Bazen çok arzu edilen gebeliklerde bile ilk aylarda gebeliği kabullenememe, içe dönüklük, pasiflik meydana gelebilir.

İlerleyen aylarda vücut imajında değişimler etkili olabilir
İlerleyen aylarda ise vücut imajında meydana gelen değişimlerden dolayı utanma duygusu gelişebilir. Gerek vücuttaki değişimler gerekse bebeğe zarar verileceği endişesi nedeniyle cinsel istek azalabilir.

Son aylarda doğumla ilgili korkular oluşabilir
Son aylarda ise gebeler genellikle doğum korkusu, sağlıklı bir bebek dünyaya getirebilme endişesini yoğun bir şekilde yaşayabilir.

Gebelik ve doğum canlının soyunu devam ettirmesi için gelişen fizyolojik bir olaydır ve insan vücudu bu mucizevi olayı gerçekleştirebilmek için oldukça iyi gelişmiş bir adaptasyon mekanizmasına sahiptir.

Anne adayının kendini bekleyen değişiklikleri iyi bilmesi ve bunlara karşı hazırlıklı olması kadar fizyolojik olarak gelişen değişikliklerin patolojik olan hastalıklı durumlardan ayırt edilebilmesi büyük önem taşımaktadır. Bunlar haricinde gerçekleşebilecek psikolojik değişimler, anne adayını rahatsız edecek düzeydeyse, uzman psikologlardan yardım alınması doğru olacaktır.

Memorial Hastanesi Psikoloji Bölümü uzmanları da "Hamilelik dönemindeki psikolojik değişimler" hakkında şu bilgileri veriyorlar:

"İyi bir anne olabilecek miyim?"
Anne adaylarının hamileliğe psikolojik olarak hazır olması kişiden kişiye değişir. Ancak her anne adayında hamilelik öncesi ve hamilelik sırasında "Vücudum hamilelikten nasıl etkilenecek, iyi anne olabilecek miyim, sorumluluklarım artacak bunlarla başa çıkabilecek miyim" gibi endişeler ve kaygılar bulunur ve bunlar normaldir. Hamilelik ve süreçleri hakkında bilgi edinmek, bu endişelerin ve kaygıların azalmasına yardımcı olur. Ayrıca bir bebeğin altı nasıl değiştirilir, nasıl karnı doyurulur, nasıl yıkanır öğrenilirse endişeler azalacaktır.

Hamilelik süreci içerisinde kadında hormonal değişikliklerden dolayı duygusal değişimler olur, bu değişimler bazen çok yoğun yaşanabilir. Depresyon hamilelik sırasında en çok karşılaşılan duygu durumudur. Ayrıca anne adayında daha önce bir psikiyatrik hastalık geçmişi varsa, bu hastalık hamilelik sırasında tekrarlayabilir. Çiftlerin bu konuda bilgi sahibi olması, anne ve baba adayının hamileliği daha rahat geçirmesine yardımcı olacaktır. Annenin hamileliğe ve çocuk sahibi olmaya isteyerek karar vermiş ve hazır olması, hamilelilik sürecinde ve sonrasında karşılaşabileceği sorunlara daha iyi göğüs germesini ve sağlar.

Evliliği kurtarmak için hamile kalmak depresyon sebebi olabilir
Anne adayının hamileliğe hazır olmaması çeşitli sebeplerden dolayı olabilir. Planlanmamış hamilelikler, eşlerin ya da başkaların baskısı ile hamile kalmak, evliliği kurtarmak için çocuk sahibi olmaya karar vermek bu sebepler arasında yer alır. Böyle durumlarda anne adayı karşılaşabileceği ufak zorluklarla bile başa çıkmakta zorlanır. Zaten inişler ve çıkışlar gösteren duygu durumu, daha çok etkilenecektir. Anne adayı özellikle post-natal dönemde bebeğini kabullenmekte zorlanabilir. Ağır depresyon geçirebilir. Daha ileri durumlarda kendisine ve bebeğe zarar vermeyi düşünebilir. Stres düzeyi hem hamilelik hem de sonrası dönemde yüksek olur, bu da kendini ve bebeği olumsuz etkiler.

Fazla stres "Erken doğum" ya da "Düşük" nedeni
Hamilelik öncesi ve sonrası stres ne anne adayı ne de bebek için iyi değildir. Fazla stres erken doğuma sebep olabilir, bebeğin zayıf olmasına ya da düşük riskini yükseltebilir.
Anne adaylarının stresten uzak durması gerekir.

Yapılması gereken; "Stres kaynaklarını bulmak ve çözmeye çalışmaktır. Eğer anne adayının tek başına çözemediği bir durumsa eşinden, ailesinden, arkadaşlarından yardım alması ya da profesyonel yardıma başvurması doğru olacaktır".

Sigara ve alkolden uzak durmak, geleceğe dönük bütçe planlaması yapmak stres kaynağını azaltır
Anne adayının hamilelik öncesinde sağlıklı beslenmeye başlaması hem kendi hem de doğacak bebeği için sağlıklı olacaktır. Ayrıca kendisini iyi hissetmesine yardımcı olur. Sigara ve alkolden uzak durması belki bu konuda yapılması gerekenlerin başında gelmektedir.

Bununla birlikte anne-baba adaylarının maddi olarak da hazır olmaları stres düzeylerinde, endişe ve kaygılarında azalma yapar. Bebek sahibi olmak pahalıdır. Çiftlerin geleceğe dönük bütçe planları yapmaları ileride karşılaşabilecekleri herhangi bir sorun için önlem olacaktır.
Unutulmaması gereken annenin huzurlu, rahat ve olumlu olması hamileliğe hazır olması ile bağlantılıdır ve bebeğin gelişimini (Hamilelik sırasında ve doğumdan sonra) olumlu etkileyecektir.

Zayıf kadınların 7 sırrı

Zayıflamak uğruna sürekli aç mı yaşıyorsunuz? Oysa buna hiç gerek yok. Verdiğiniz kiloları geri almamak ve formunuzu uzun yıllar korumak için zayıf kadınların 7 sırrını öğrenmeniz yeterli.

Siz de hayatınızın yarıdan fazlasını, sonu gelmez diyetler yaparak mı geçiriyorsunuz? Üstelik buna rağmen tartıdaki rakam ve aynadaki görüntüyle bir türlü barışamıyor musunuz? Belki de bir yerde, bir şeyi yanlış yapıyorsunuz… Çünkü sağlıklı bir metabolizmaya ve yeterli gayrete sahip herkes, aldığı kalori yaktığı kaloriden az olduğu zaman kilo verebilir. Diyet anlayışınızı değiştirmek ve zayıf kadınların sırlarını öğrenmek istiyorsanız haberimizi mutlaka okuyun.

Tabağınızı meyve ve sebzelerle doldurun
Diyet savaşlarında kazanan taraf olmak istiyorsanız, sebze ve meyveler menülerinizin temelini oluşturmalı. 7 binden fazla yetişkin üzerinde yapılan bir araştırmaya göre; günde 9 ya da daha fazla porsiyon sebze meyve yiyen kişiler, kalorisi daha az bile olsa karbonhidrat tüketen kişilere göre daha az kilo problemi yaşıyorlar.

Çünkü… Meyve ve sebzeler düşük enerjili besin grubunda bulunuyor. Bu, kocaman porsiyonlarla sebze veya meyve tüketseniz de, diğer besinlere göre daha az kalori alacağınız anlamına geliyor. Üstelik meyve ve sebzeler, genel olarak lif ve su bakımından çok zengin ve bu nedenle kısa sürede doyma hissi oluşturuyorlar. Örneğin, yarım bardak vanilyalı dondurma 270 kalori ve 18 gram yağ içeriyor. Lif ve su bakımından zengin olan orman meyveli yarım kâse donmuş yoğurdun içeriğinde ise 70'den daha az kalori ve sadece 5 gram yağ bulunuyor.

Yemekten önce çorba veya salata tüketin/_newsimages/4010615.jpg
Büyük ihtimalle sizin anneniz de, yemekten önce bir şeyler atıştırmanıza itiraz eder, bunun iştahınızı kapatacağınızı söyler dururdu. Gerçekten de bunun iştah kapattığı ve çok yemeyi engellediği doğru. Rahatça kilo veren ve verdiği kiloları koruyabilen kadınlara baktığımızda, hepsinin akşam ve öğle yemeği öncesinde salata veya bir kâse çorba tükettiklerini görüyoruz.

Çünkü… Yemekten önce yenen çorba veya salata açlık hissini azaltarak, ana yemeğin daha az yenmesine sebep oluyor. Yapılan araştırmalarda öğle yemeği öncesinde bir kâse çorba içenlerin aynı sofradaki kişilere göre yemeğin devamında çok daha az yediği görülmüş. Elbette yenilen çorbanın içeriği de önemli: Kremalı ve çok yağlı çorbalar yüksek enerjili olduğundan tercih edilmemeli. Başlangıç olarak salata tüketmek de oldukça iyi bir tercih. Başlangıç salatanızı seçerken, düşük kalorili içeriğe sahip olmasına dikkat etmeli, yağlı soslarla yapılmış salatalar yerine bol yeşillikli, az yağlı ve sirkeli olanları seçmelisiniz.

Atıştırmak için büyük besinleri tercih edin
Zayıf kadınlar bir şeyler atıştırmak istediklerinde genellikle enerjisi düşük meyve, sebze ve yoğurt gibi besinleri tercih ediyor. Bu besinlerin bir ortak özelliği de hacim olarak bazı kalorili besinlere kıyasla çok daha büyük görünmeleri… Örneğin, kocaman bir elma sadece 60 kaloriyken minik bir parça çikolata 125, büyük bir kâse yağsız yoğurt 100 kaloriyken ince bir dilim tiramisu 240 kalori olabiliyor.
Çünkü… Besinler hacim olarak büyük olduklarında, kalorileri az bile olsa insan beyni onun daha iyi karın doyuracağına inanıyor. Az kaloriye sahip atıştırmalıklar arıyor fakat çikolatadan vazgeçemiyorsanız mümkün olduğunca hava kabarcıklı olanları tercih etmelisiniz. Haşlanmış mısır, karpuz, kereviz sapı gibi su bazlı yiyecekler de seçebilecekleriniz arasında.

Dışarıda yemek yerken dikkatli olun
Haftada en az dört kez dışarıda yemek yiyorsanız, bunun diyetinize sekte vurmaması imkânsız gibi. Çünkü restoranlardaki porsiyon büyüklükleri, evinizdekilerden bir hayli fazla olabilir. Üstelik tabağınızdakini mutlaka bitirmek gibi bir âdetiniz varsa, bu size çok daha fazla zarar verebilir. Penn State Üniversitesi'nde yapılan bir deneyle de bu durum kanıtlanmış: Bir restoranda tabakların bir kısmına, normalden yüzde 50 daha fazla yemek konulduğunda, deneye katılanların yüzde 43'ünün tabağındakileri bitirdiği görülmüş. Tabağındakileri bitirenlerin yüzde 16'sı yemeğin kalorisinin fazla olabileceğini düşündüğünü ancak buna rağmen tabağındakileri bitirdiklerini söylemiş.
Çünkü… Restoranlarda bazen sebze yemekleri bile tahmin ettiğinizden yüksek kaloriye sahip olabilir. Bunun için yemeğin zeytinyağında mı yoksa tereyağında mı piştiğini, nasıl hazırlandığını öğrenmeniz önemli. Düşük kalorili bir öğün için; büyük tabaklar yerine küçük tabaklarda servis edilen yağsız bir parça et, et suyuyla yapılmış çorba, hafif soslarla yapılmış salata, küçük bir aperatif ve tatlı yerine meyve yiyebilirsiniz.

Yasak yiyeceklerin hayalini kurmayın
Kilo verme planları, sahte açlık krizlerine veya sadece yiyecekleri düşünerek yaşamaya neden olabilir. Diyet yapanların hayallerini çoğu zaman hamburger, pizza ve patates kızartmaları süsler. Yiyeceklerin sizi hâkimiyeti altına almasına asla izin vermemelisiniz.
Çünkü… Giderek kronik bir hal olan bu durum diyetin çok daha zorlaşmasına neden olabilir. Yapamayacaklarınız yerine yapabileceklerinizi düşünerek, pozitif olmalısınız. "Atıştırmak için bir şeyler yiyebilirim. Örneğin çok sevdiğim bir meyveyi" diyerek, mutlu olmaya bakın. Ara sıra size zevk veren şeyleri planlarınıza dâhil edin. Böylece hedefinize ulaşmak için iyi bir hamle yapmış olacaksınız.

Besin günlüğü tutun
Araştırmalar gün içinde ısırdığınız her yiyecek parçasını, bir yere not ederek diyetten çok daha fazla verim alabileceğinizi gösteriyor. Bunun için günlüğe yemek saatinizi, ne yediğinizi, miktarını ve yemekten önceki ve sonraki açlık miktarını yazmanız yeterli. Bu liste gün boyunca sizi doyuracak yiyecek ve yemeklerin belirlenmesine yardımcı olacaktır. Bunların yanı sıra, günlük yaptığınız aktiveleri ve her gün tartıldıktan sonra kilonuzu da yazmanız gerekli. Bu vücudunuzun aktif kalması ve olası kilo alımlarını önceden tespit edebilmeniz için çok önemli.
Çünkü… Diyetisyenlerin yaptığı çalışmalarda ortaya çıkan sonuç oldukça ilginç. Kilo vermek isteyenlerden günlük yemek listeleri istendiğinde, daha az yemek yiyorlar. Bu durum, kontrol eden biri olmasa da otokontrol sistemini harekete geçirerek daha az yemek yemenizi sağlayabiliyor.

İçeceklerin kalorilerini göz ardı etmeyiniz..
Diyette olan pek çok kişinin yaptığı büyük bir yanlış, içtiklerinin değil sadece yediklerinin kalorisine dikkat etmeleri. Oysa bazı içecekler, özellikle de alkollü olanlar ciddi miktarda kalori içerebiliyor. Üstelik doyma hissi yaratmadıkları için daha az yemenizi de sağlamıyorlar.
Çünkü… Sadece bir bardak bira 146 kalori, bir kadeh kırmızı şarap ise 125 kaloriye sahip. Alkolü seven biriyseniz her gün sadece bu içecekler nedeniyle yaklaşık 300 - 400 kalori alabilirsiniz. Kola gibi gazlı içeceklere olan düşkünlüğünüz nedeniyle de her gün fazladan 150 kalori almanız olası. Ve tüm bu ekstra kaloriler bir yılda 7-8 kilo almanıza neden olabilir.

Yüksek topuklar ve kadın

İSTANBUL - Kadınların yüksek topuklu ve ucu sivri ayakkabı seçiminin, ayaklarda kemik bozukluğuna yol açtığı belirtildi. Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Doç. Dr. Şeref Aktaş, bazı kadınların ayağı rahat etmese de şıklık uğruna yüksek topuklu ayakkabılara katlandığını belirtti. Hayatın yüzde 30’unun ayakta geçtiğini kaydeden Doç. Dr. Şeref Aktaş, bunun için ayakkabı seçiminin büyük önem taşıdığını ifade etti. Yanlış ayakkabı seçiminden doğan ayak başparmağındaki kemik çıkıntılarının kadınlarda erkeklere oranla 5 kat daha fazla görüldüğünü kaydeden Doç. Dr. Şeref Aktaş, parmaklardaki deformitenin birkaç faktörü bulunduğunu belirterek,

“En önemli sebep; yüksek topuklu ve ucu sivri ayakkabıların tercih edilmesidir. Hamilelik döneminde hormonal dengelerin değişmesi sebebiyle, ayak kemikleri arasındaki bağların gevşemesi de en sık suçlanan faktörlerden biridir. Ayrıca düztabanlık veya kas yapısındaki bozukluklar gibi ayağın kendisinden kaynaklanan problemler veya felç gibi nörolojik hastalıklar da bu deformiteye yol açabilir” dedi. Doç. Dr. Aktaş, deformitenin gelişmesinde, her iki cinsiyette ailesel öykünün de büyük rol oynadığına dikkat çekerek, “Öyle ki, ailesinde kemik deformitesi olan her 100 kişiden 60-70’inde bu problemin geliştiğini görüyoruz” şeklinde konuştu.

Operasyonla köklü çözüm!
Başparmaklardaki bu kemik çıkıntılarının operasyonla tamamen ortadan kaldırılabildiğini anlatan Doç. Dr. Şeref Aktaş, “Ancak operasyondan başarılı sonuç alınabilmesi için zaman kaybetmeden doktora başvurmakta fayda var. İlaç tedavisi tek başına yeterli değildir. Bu rahatsızlığa yakalanmamak için kadınların öncelikle yüksek topuklu ve ucu sivrilen ayakkabı giyme

alışkanlıklarından vazgeçmeleri gerekir. Başparmakta çıkıntı başladığı zaman ağrıyı dindirmek için rahat ayakkabılar giyilmeli, geceleri de parmaklara ağrıları azaltan silikon makaralar takviye edilmelidir. Hasta ağrıyı her gün çekmeye başlamışsa, bu durumda cerrahi müdahale tavsiye ediliyor” dedi. Ayak başparmağındaki kemik çıkıntıları, günümüzde yaklaşık bir saat süren bir operasyonla tamamen ortadan kaldırılabiliyor. Deformiteye uygun ameliyat yapıldığı takdirde problemin tekrarlama riski yüzde 1 gibi çok düşük bir düzeyde seyrediyor. Operasyon lokal ya da genel anestezi altında yapılıyor. Ayrıca hastanın tercihi doğrultusunda bel bölgesinden aşağısının uyuşmasını hedefleyen spinal anesteziye de başvurulabiliyor. Operasyonda hangi metoda başvurulacağı ise kemik çıkıntısının şiddetine ve şekline göre belirleniyor....

topuklu ayaklar

Kadınların vazgeçilmezi ayakkabılarda İlkbahar/yaz sezonu cıvıl cıvıl, rengarenk modeller ve alternatiflerle açıldı. 1960’ların etkilerinin görüldüğü ayakkabılarda şeffaf plastikten yapılmış olanlar ve metalikler önemli yer tutuyor. İlginç kesimli topuklar da sezonun önde gelen trendi. Babetler ise popülerliğini koruyor.

DÜZLER
Kimileri bu bahar ve yaz daha kısa görünecek. Çünkü, düz ayakkabıların rahatlığına teslim olacaklar. Rahatlık düz ayakkabıların en belirgin özelliği. Düz ayakkabıların içinde uzun boylu olma duygunuzu kaybedebilirsiniz ama bu sizin şıklıktan uzaklaşacağınız anlamına gelmiyor.

Eski Yunan sandaletleri
Düz ayakkabılar sadece babetlerle sınırlı değil. Elbiselerdeki eski Yunan kesimleri ayakkabılarda da kendini iyice hissettiriyor. Eski Yunan sandaletlerini anımsatan T-bantlı, ya da ince bantlarla ayağı kavrayan düz sandaletler de oldukça popüler...

Babetler
Düz ayakkabıların en popülerleri kuşkusuz babetler. Uzun bacaklılara gerçekten de balerin zarafeti veriyorlar. Babetlerde renk seçeneği de oldukça fazla bu yıl... Özellikle kırmızılara hemen her marka ve koleksiyonda rastlamak mümkün. Ayrıca burunları açık babetler de yaz sezonunun önemli bir yeniliği.

Nasıl Giyilir?
Dar jean pantolonlar, taytlar, etek ve elbiselerle feminen bir görüntü yakalayabilirsiniz.


DOLGU TOPUKLAR
Hem yüksekten bakıp, hem de rahatlığından ödün vermek istemeyenlerin başvurduğu modeller dolgu topuklardır. Yazları genellikle mantardan yapılmış dolgu topukları görmeye alışık olsak da bu sezon dolgularda hemen her malzeme kullanılmış.. Tahtadan, plastiğe, metaliklerden, Külkedisi ayakkabısı gibi cam görünümlü şeffaf topuk malzemelerine kadar ne ararsanız var...
Dahası genelde sportif görünümlerinden dolayı iş yerlerinde pek tercih edilmeyen dolgu topuk sandaletler şıklıklarıyla da göz doldurduğu için ofislerde de tercih edilecek.

Nasıl Giyilir?
Jean ve beyaz pantolonlarla feminen bir görüntü yakalarsınız. Diz üstünde kalan eteklerle ve diz hizasındaki A kesimli elbiselerle romantik bir görünüm sağlayabilirsiniz.


BURNU AÇIKLAR
Son yılların en seksi ayakkabıları, burun ucundan kaçamak yapar gibi ayak parmaklarını gösterenler... Bu trend yaz koleksiyonlarında da tüm hızıyla kendini gösteriyor. Platform taban üzerine yapılmış, kalın topuklu burnu açık ayakkabılar, dengeyi ve basıncı daha iyi dağıttığı için ayağı direkt dışarı doğru iten düz tabanlı, ince topuklu modellere göre daha rahat oluyor. Bu yaz ayrıca burnu açık ayakkabı trendi, dolgu topuklar ve babetler de dahil her tarz topuk modelini sarmış durumda...

Nasıl Giyilir?
Bu yıl oldukça revaçta olan 1960’lı yılların kısa elbiseleri ile deneyin. İş yerinde giyeceğiniz tayyörlerle, diz hizasındaki eteklerle ve dar jean pantolonlarla da giyebilirsiniz.

Zayıflatıcı Özellikli 5 Besin

Bazı besinlerle kilo vermek gerçekten zordur. Bu besinler yeniden yeme isteği oluşturur (“bir daha yiyeyim!”), kan şekerinizle savaşır ve sonuçta galip geldiğinde beliniz kalınlaşır. Fakat bazı besinler bunun tam tersi tepki verirler. Mutlaka brokoliyi ve yaban mersinini duymuşsunuzdur, bunlar sizin bedeninizi dengede tutar. Bu yiyeceklerinizi günlük diyetinizin bir parçası haline getirin ve kilolarınız kayboluşunu izleyin.
Greyfurt: Hiç greyfurt diyetini denediniz mi? Uzun araştırmalar sonucunda greyfurt kilo savaşçısı olarak ün kazandı. Son zamanlarda Kaliforniya Scripps Kliniği'ndeki bilim adamları greyfurdun etkileri üzerinde yaptıkları çalışmalarında yemekten önce yenilen yarım greyfurtun, kilo vermeye yardımcı olduğunu buldu. Buna göre greyfurt kapsülleri, greyfurt suları içmek ve greyfurt yemek kilo vermede çok etkili. Bu 3 şık arasında en iyi etkiyi gerçek greyfurt sağlıyor. Bunlara ek olarak greyfurt içerisinde kanserle savaşan liminoids ve lycopene içerir. Kırmızı greyfurt da insan vücudundaki kolesterol oranını düşürmeye yardımcı olur. Bir greyfurdun yarısı sadece 39 kaloridir.
Sardalya: Sardalya bu zamana kadar ki en sağlıklı besindir ve kilo vermek için çok iyi bir ortaktır. Her şeyden önce Sardalya protein yüklü bir besindir ve kan şekerini dengeleme özelliğine sahiptir. Tam ve yenilenmiş bir metabolizmaya sahip olmanızı sağlar. İkinci büyük deposu omega 3’ tür. Sadece kardiyovaküler bölgeyi güçlendirmekle kalmaz moral ve motivasyonunuzu yükseltmenizi sağlar. (İyi hissetiğiniz için abur cuburdan uzak durmaya başlarsınız.) Sardalya besin zincirinde türüne az rastlanacak derece zarar verici özelliği en az olan bir besindir.
Balkabağı: En iyi kilo verdirebilecek besinler arasındadır. Uzun süre konserve halinde saklanılmış balkabağında yüksek olanda lif vardır ve buna karşılık 40 kalori kadar düşük bir kalori oranına sahiptir. Uzun araştırmalar sonucunda elde edilen bilgilere göre, lifler insan sağlığı için çok önemlidir ve kilo düzenlenmesinde de büyük yararları bulunur. Balkabağı dünyada yetiştirilmesi en kolay sebzelerdendir. Tatlandırıcılarla tatlandırıp, bir tutam tarçın, badem ve hindistan cevizi ekleyerek kan sekerinizi düşürebilirsiniz.
Sığır eti: Et çok iyi bir diyet besinidir çünkü içinde antibiyotik, steroid ve hormon içermez. Eğer etten kendimizi sakınırsak kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Yüksek protein diyetleri çeşitli sebeplerden dolayı kilo kaybına neden olur. İçerdiği protein metabolizmayı uyarır, daha uzun süre tok hissettirir ve iştahınızı azaltır. Ayrıca, sığır eti yüksek miktarda omega 3 içerir bu da size sağlıklı bir hayat kazandırır.
Yeşil çay: Besin değeri taşımayan bitki kilo vermenizi hızlandırır ve incelmemizde bize çok yardımcı olur. Yüksek oranda antioksidan içerir, kalp sağlığımızı destekler, sindirime yardımcı olarak kan şekerini ve vücut sıcaklığını ayarlar. Metabolizmayı hızlandırı, yağ oksidasyonunu artırır. Bu şekilde kilo vermemizde bize yardımcı olur. Bazı araştırmalara göre günde 5 fincan yeşil çay kilo vermek için sihirli bir dokunuş, rahatlamak için iyi bir yoldur.

Doğum

Bunun doğruluğunu anlamak için sadece şunu düşünmek bile yeterli: Küçük şirin bebeğiniz ilk başta sadece iki mikroskobik hücreden ibarettir. Birkaç hafta içinde embriyo pirinç tanesi büyüklüğüne ulaşır.

Ve sadece bir pirinç tanesi kadar olmasına rağmen, bir beyni, bir kalbi ve bir kuyruğu, evet kuyruğu vardır. Birkaç ay içerisinde kalbi güçlenir, beyni daha da gelişir ve neyse ki kuyruk kaybolur.

Dokuz ay sonra ise bu küçük pirinç tanesi ailenizin yeni üyesine dönüşmüştür.

Döllenmiş yumurtanın bebeğe dönüşüm süreci konusunda ne kadar çok şey öğrenirsek, süreç de o kadar heyecanlı bir hal alır.

İşte, kendi özel mucizenizi yaşarken sizi eğlendirecek ve size ilham verecek gerçeklerden yalnızca bir kısmı:

Yaşadığınız kentte trafik sıkışıklığından şikayetçiyseniz, bir de şunu düşünün: Yaklaşık 300 milyon sperm dölleme yarışına katılmak üzere vajinaya girer.

Mukayese yapabilmeniz açısından, ABD?nin nüfusu 300 milyondur. Ülkemizin nüfusu ise 70 milyon!

Sadece 3 milyon sperm rahme ulaşmayı başaracak ve bunların da yalnızca 500 tanesi yumurtaya erişebilecektir.

Nihayetinde ise yalnızca tek bir becerikli sperm yumurtayı döllemeyi başaracaktır.

Tüm ABD halkının ya da ülkemizin nüfusunun yaklaşık 3 katının bir yarışmaya katıldığını ve sadece bir kişinin bitiş çizgisini geçebildiğini düşünün!

***

Ve üstelik bu spermlerin geldiği yerde çok daha fazlası da mevcut: Bir erkek yaşamı boyunca 12 trilyon sperm üretir!

***

Bebeğin cinsiyeti konusunda iddiaya girecekseniz, erkek bebek üzerine bahse girin, zira dünyaya gelen erkek bebek sayısı kız bebek sayısından biraz daha fazla olmaktadır.

***

Döllenmeden üç hafta sonra embriyonun kalbi atmaya başlar.

***

20. haftada dişi fetusun yumurtalıkları 6 milyon yumurta içerir. Pubertede bu sayı yaklaşık 300.000?e düşecektir.

***

Bebekler anne karnındaki zamanlarının çoğunu uyuyarak geçirirler. 32. haftada fetusta REM adı verilen ve rüya gördüğüne işaret eden hızlı göz hareketleri gözlenir. Fetusun rüyasında ne gördüğünü kimse bilmiyor ancak rüyalarda tekrarlayan temanın ılık suyun içinde dalgalanmak ve huzur verici bir karanlık olduğu varsayılabilir. Bilim adamları anne karnında rüya görmenin beyin gelişiminde önemli bir rol oynadığını düşünüyorlar.

***

4. haftada bebekler belli bir müzik parçasını tanıyabilirler. Hatta müziğin ritmi ile birlikte hareket bile edebilirler!

***

Bebek 300 ayrı kemik ile doğar ancak bu kemiklerin bir kısmı daha sonra birleşir. Yetişkinlerin vücudunda ise 206 ayrı kemik bulunur.

***

Ultrasound taramalarında doğumdan birkaç hafta önce bebeğin gülümsemeleri sıklıkla yakalanır. Ancak dünyaya gelmenin bebeklerin bu mutlu ruh halini kesintiye uğrattığı anlaşılmaktadır, zira bebeğin gülümsemesini yeniden görebilmek için bir ay veya biraz daha fazla bir süre beklemeniz gerekecek. Elbette şanslıysanız ilk birkaç haftada bebeğin yüzünden gelip geçen bir gülümsemeyi yakalayabilirsiniz.

***

Hamileliğin ilk zamanlarında ağırlığı 7 gram civarında olan plasentanın ağırlığı bebeğin doğduğu tarihte 250-450 grama ulaşır.

***

Kan hacminiz hamilelik sırasında %50 oranında artar (bu oran kişiden kişiye değişmekle birlikte). Ortalama bir kadının hamilelikte aldığı kiloların yaklaşık 2 kilosunu bu ilave kan hacmi oluşturur.

***

İnsan gözü bir milyondan fazla optik sinir bağlantısının gelişmesi ve oluşmasını gerektiren olağanüstü bir organdır. Döllenmeden altı ay sonra gelişmekte olan bebeğinizin gözleri ışığa karşı hassasiyet göstermeye başlar. Bebeklerin çoğu mavi gözle doğar ancak doğumdan 3 ila altı ay sonra göz rengi değişerek kalıcı rengini alır.

***

Bebeğinizin anne karnındaki jimnastik hareketleri sadece onu eğlendirmekle kalmaz, aynı zamanda gelişimi açısından önemli bir rol oynar. Bu hareketler eklem yapısının şekillenmesine ve bebeğin uzuvlarının hareket alanını tayin etmesine yardımcı olur.

Doğum tarihinde bebeğin beyninde 10 milyon sinir hücresi bulunacaktır.

Gebelik Süresince Nelere Dikkat Edilmeli

  • işte size öneriler...dikkatli okuyun.

  • Sigara ve alkol kullanmayınız.
  • Hekim önerisi dışında ilaç almayınız.
  • Hekiminizin önerdiği demir ilacını düzenli olarak kullanınız.
  • Uzun süre ayakta durmayınız.
  • Günlük işleriniz sırasında kendinizi yormayınız.
  • Bisiklet sürme, tenis oynama, kayak yapma gibi sporlardan uzak durunuz.
  • Mesleğiniz gereği de olsa ağır nesneler kaldırmaktan, zararlı metal, kimyasal madde ve radyasyondan uzak durunuz.
  • Yolculuktan önce doktorunuza danışınız.
  • Bol ve rahat giysileri seçiniz.
  • Alçak topuklu rahat ayakkabılar giyiniz.
  • Pamuklu iç çamaşırları giyinin ve iç çamaşırlarınızı günlük olarak değiştiriniz
  • Yüzük ve bilezik gibi takılar takmayınız.
  • Diş bakımına özen gösterin. Sabah uyanınca, akşam yatmadan önce ve her öğünden sonra yumuşak fırça ile, yavaş haraketlerle dişlerinizi fırçalayınız.
  • Röntgen ışınlarından sakının. Çok fazla zorunlu olmadıkça radyolojik inceleme yaptırmayınız.
  • Her türlü canlı aşıdan sakınınız (Gerekli durumlarda salk polio aşısı, tetanoz aşısı yaptırmanın sakıncalı olmadığı aklınızda bulunsun.
  • Düşük riski yok ise son aya kadar cinsi ilişkide bulunmakta sakınca yoktur.
  • Haftada en az bir kez ayakta; duş alır biçimde, ılık su ile banyo yapın.
  • Meme bakımına özen gösteriniz.
  • Sarkmayı önlemek için çok sıkı olmayan askılı, pamuk dokumalı sütyen giyiniz.
  • Dolgunluğu önlemek için hafif parmak dokunuşları ile masaj yapınız.
  • Bol su içiniz.
  • C vitamini ve kalsiyum yönünden zengin gıdalar (Turuçgiller, süt ve süt ürünleri) seçiniz.
  • Lifli besinleri tercih ediniz.
  • Gebelik boyunca 10-12 kg'dan fazla kilo almamaya özen gösteriniz.
Aşağıda durumlarda hemen hekime başvurunuz;
  • Vajinal kanama: Düşük olasılığını gösterir. Bebeğin olduğu kadar annenin de yaşamını etkileyebilir.
  • Karında belirgin, sürekli ya da aralıklı ağrı olması: Dış gebelik, düşük, erken doğum belirtisi olabilir.
  • Fetus hareketlerinin artması ya da azalması. Fetusun sıkıntı içinde olduğunu gösterir.
  • Yüksek ateş titreme: Enfeksiyon belirtisidir.
  • Bulanık ya da bozuk görme,
  • Şiddetli baş ağrısı,
  • İnatçı kusma,
  • İdrar yaparken yanma, zorluk ya da az idrar çıkarma: İdrar yolları enfeksiyonunu gösterir.
  • Ellerde ayaklarda ya da yüzde şişme: Böbrek işlevlerinde bozukluğu gösterir.
__________________

Kadınlarda Böbrek Taşları Riski

Bol sıvı alımı, tüm yazarlarca olmasa da çoğu yazar tarafından böbrekte taş olan durumlarda yinelemeyi azalttığı düşünülerek önerilmektedir.
Belli meşrubatların böbrek taşı oluşumu üzerinde etkileri ile ilgili çok az çalışma vardır.
Bira ve kahve tüketimi ile böbrek taşı öyküsü arasında negatif bir ilişki vardır. Karbonatlı içeceklerle (soda) ise pozitif ilişki söz konusudur. Süt, çay ya da su için belirgin bir bağlantı yoktur. Erkeklerde yapılmış izlem çalışmasında elma suyu ve greyfurt suyu ile artmış, kahve, çay ve alkollü içeceklerle azalmış risk saptanmıştır. Bu çalışma kadınlara uyarlanmaz; çünkü taş oluşumu erkeklerden farklı olabilir. "su içmek" bu çalışmaya alınmamıştır.
1986-1994 yılları arasında, böbrek taşı öyküsü olmayan 81093 hemşire çalışmaya katılmış ve 18 meşrubat sorgulanmıştır. En çok tüketilen sıvılar su (ortalama 2-3 bardak /gün), kafeinli kahve (ortalama 1 fincan/gün), süt (2-4 bardak / hafta).
Kafeinli kahve, kafeinsiz kahve, çay, şarap belirgin olarak riskle ters ilişkili, greyfurt suyu riskle doğrudan bağlantılı bulunmuştur .Her 240 ml kafeinli kahve riski % 10 azalmaktadır; kafeinsiz kahve % 9, çay % 8, şarap %59 riski azaltmaktadır. Greyfurt suyu, riski % 44 arttırmaktadır. Kafeinli kahve ve şarap belirgin olarak sudan daha fazla koruyucudur.
Araştırmanın bulguları total sıvı alımının, böbrek taşı oluşumu ile ters ilişkili olduğu hipotezini doğurmaktadır.
Kafein, Antidiüretik hormonu ADH�nin (Vücuttan su atılmasını kontrol eden hormon) böbrek üzerindeki etkisiyle yarışarak idrarı daha fazla dilue etmekte ve kristal formasyon riskini azaltmaktadır. Ancak kafein nedeniyle kalsiyum atılımı da artmaktadır.
Benzer olarak alkol ADH'u inhibe eder, idrar akımı artar, idrar konsantrasyonu azalır. Şarabın, biradan daha olumlu etki göstermesi şaraptaki daha yüksek alkol konsantrasyonu ile bağlantılı olabilir. Greyfurt suyu barsak duvarına etkiyle birkaç serumun ilaç düzeyini etkiler; ve belki de potansiyelolarak önemli diyet faktörlerinin metabolizmasını da etkiliyordur. Erkektekinin aksine kadınlarda elma suyu ile ilgili belirgin bağlantı bulunamamıştır.
Diyetteki kalsiyum, potasyum ve süt alımı riskle ters orantılıdır.

Gebelikte Beslenme

Hazırlayan : Prof. Dr. Hakan Şatıroğlu
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı

Gebelikte Sindirim Sorunları
Gebelikte Doğru ve Yeterli Beslenme
Gebelikte Dikkat Edilmesi Gereken En Önemli Nokta
Gebelik Döneminde Tüketilmesi Gereken Besinler ve Ölçüleri
Örnek Yemek Listesi
Gebelikte Beslenmede Dikkat Edilecek Noktalar


Gebelik anne adayı olmak, eşine ve kendine benzer bir canlıyı vücudunda taşımak çok özel ve sorumluluk isteyen bir süreçtir. Bebeği içinde hissetmek, yavaş yavaş artan ağırlık, değişen fiziksel görünüm, anneye başka bir güzellik katar.
Bebeğin büyümesi, sağlıklı olması, ruhsal, fiziksel, zihinsel yönden iyi gelişmesi annenin sağlığı ve beslenmesi ile doğru orantılıdır.
Annenin gebelik öncesi fiziksel gelişimini tamamlamış olması, besin depolarının yeterli olması ve doğum yaşı hem bebeğin hem de annenin sağlığını koruyacak en önemli etkenlerdir. Çünkü bebek annenin besin yedeklerinden ve gebelik boyunca tükettiklerinden kendisi için lazım olanları seçip alarak, büyür beslenir.
Gebelik süresince bebek iyi beslensin diye fazla yemek, dengesiz beslenmek doğru değildir. Ama doğum sonrası eski görünüme kolayca ulaşmak için az yemek ise hiç doğru değildir.
İnsan yaşamında beslenmenin çok önemli ve çok özel olduğu devrelerden biri olan gebelik, anneye topluma sağlıklı bireyler kazandırma sorumluluğunu vermiştir. Anne iyi ve doğru beslenmezse ölü doğum, erken doğum, düşük ağırlıklı doğum, bedensel ve zihinsel özürlü doğumlar gibi tehlikelerle karşılaşabilir. Kendisinde ise kansızlık, tansiyon problemleri, vücutta su tutulması, yorgunluk, diş kayıpları ve kemik problemleri olabilir.

Gebelikte sindirim Sorunları
Gebeliğin ilk üç ayında uyum problemleri nedeniyle bulantı ve kusmalar görülür.Yiyecekleri tüketmede zorluklar olur. Sözü edilen uyum problemleri her annede olacak değildir. Bu ilk dönemde kusma ve bulantıyı tetikleyen şartları mümkün olduğunca ortadan kaldırmaya, biraz sakinleştikten sonra başka yiyecekler tüketmeyi denemeye çalışmalıdır.
Çok yağlı yiyecekler, fazla sulu yemekler, ağır kokulu baharatlar, lahana, karnıbahar ve et, kavrulmuş soğan kokuları bulantı ve kusmayı tetikler. Pişerken kokusu ile zaten hassas olan anneyi uyaran yiyecekler ya başka yerde pişmeli, ya da bunların yerine uygun değişimler kullanılmalıdır. Örneğin et yerine balık, tavuk, hindi eti tüketilebilir.
Kış sebzelerinden havuç, patates, ıspanak tüketilebilir. Limon ,yoğurt yemeklerde tüketimi kolaylaştırır.Limon hem C vitamini olarak hem de rahatlatıcı olarak kullanılabilir.
Genelde sabahları yataktan kalkınca başlayan bulantılarda bir dilim peynir, bir iki grissini rahatlık sağlar.
Sıvı yiyecekleri az tüketmeye ve yemek sonrası bir süre dinlenmeye özen gösterilirse problemler azalabilir. Az ve sık beslenmek de yaralıdır.
Kabızlık ileri aylarda görülebilen problemlerdendir. Kabuğu ile yenen meyveleri tüketerek,her öğünde sebze ve salataya yer vererek busorunun önüne geçebiliriz. Günlük yürüyüşleri ve su tüketiminide ihmal etmemeliyiz.

Gebelikte Doğru ve Yeterli Beslenme
Annenin günlük yaşantısını sürdürecek yeterli enerji ve besin öğelerini alırken fazladan alacağı protein, enerji, vitamin ve mineraller hem kendisi hem de doğacak bebeğin sağlıklı olmasının garantisidir.
Normal bir gebelik sürecinde annenin kendi gereksinimine ek olarak tükettiklerinin bebeğe aktarılması annenin yaklaşık 10-12 kg alması demektir. Bu artışı sağlayabilmek için ek olarak günlük 20 gr. Protein, 15-20mg. Demir, 500mg. Kalsiyum ve ortalama 300 kalorilik enerji artışı gereklidir.
Doğru beslenme ve gebelik durumunun özellikleri nedeniyle gereksinmelerin çeşitli yiyecek guruplarından sağlanması gerekir.
Yiyecekler vücudumuzda çeşitli görevler yaparlar. Aynı görevleri yapan yiyeklerden besin gurupları oluşturulmuştur. Gurup seçeneklerinden birini tüketmiyorsanız bir diğerini yiyerek de doğru beslenebilirsiniz.
ET, YUMURTA, KURUBAKLAGİL GRUBU: Beyin, kas, kemik ve dişlerin gelişimi ve kan yapımında görevlidir. Protein ve demir gereksinimini karşılarlar.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Kemik, diş gelişimi ve büyüme ile görevlidirler. Protein ve kalsiyum kaynağıdırlar.
SEBZE VE MEYVELER : Büyüme ve gelişme için vitamin ve mineralleri sağlarlar.
TAHILLAR: Enerji ve B gurubu vitaminleri içerdiklerinden büyüme ve gelişmeye yardımcı olurlar.
YAĞLAR VE ŞEKERLER : Sadece enerji içerirler. Enerji gereksinimine yardımcı olurlar.
Yeterli ve dengeli beslenmede dikkatli bir şekilde tüketmek zorunda olduğumuz bu besin guruplarını gebelikte de aynı özenle tüketmeliyiz ki sağlıklı yaşayabilmek için doğru beslenme alışkanlıklarını kazanabilelim.

Gebelikte Dikkat Edilmesi Gereken En Önemli Nokta
Yaş, boy ve hareket durumumuza göre uygun ağırlıkta gebeliğe başlamaktır. Çok kilolu bir gebeyi zayıflatmak bu süreçte doğru değildir, kilosunu korumaya çalışmak, ilk üç ayda enerji eklemesi yapmamak, dördüncü aydan sonra enerji kısıtlamasına gitmemek gerekir. Daha yüksek enerjili yiyeceklerden daha fazla almasına engel olarak, gebelik için gerekli besin ögelerini alarak gereksinmelerini karşılamak esastır.
Ergenlik çağında olan, ya da yaşantısı gereği çok hareketli gebelerde ise mutlaka olması gereken kilonun sağlanması ek olarak gebelik için artan gereksinimin karşılanması sağlanmalıdır.
Gebelikte ağırlığın takibi çok önemlidir. İlk üç ayda 0,5-1 kg, sonraki aylarda ise ortalama 1.5-2.0 kg, ağırlık kazanması uygundur. Çok zayıf gebelerde, yetersiz ve dengesiz beslenenlerde düşük ağırlıklı doğum, erken doğum, ölü doğum, zihinsel ve bedensel özürlü doğumlar görülebilir. Annede anemi, kemik ve diş kayıpları, preeklempsi, vücutta su tutulması (ödem), iş gücü kaybı, halsizlik görülme oranı yüksektir. Çok kilolu gebelerde hipertansiyon, şeker hastalığı, doğum güçlükleri gibi problemler görülebilir. Bu nedenle anne adaylarının gebelik öncesi kontrolleri yapılması, gebe kaldıktan sonra her ay beslenme ve kilo izlenmesinin yapılması gerekmektedir.

Gebelik Döneminde Tüketilmesi Gereken Besinler ve Ölçüleri

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ2 Su Bardağı süt veya yoğurt 1 porsiyon peynir (2 dilim) veya 2 yemek kaşığı çökelek

ET ,YUMURTA ,KURUBAKLAGİLLER1 Yumurta
1 porsiyon et, balık, tavuk, hindi (60-90gm.)
1 porsiyon kurubaklagil yemeği (120gm)

TAZE SEBZE VE MEYVELER2 Porsiyon pişmiş taze sebze
3 porsiyon çiğ taze sebze
2-3 adet orta boy meyve veya taze meyve suyu

TAHILLAR6-8 İnce dilim ekmek
1 porsiyon pilav veya makarna
1 porsiyon çorba

YAĞLAR3-4 Silme yemek kaşığı sıvı yağ

ŞEKERLER1-2 Tatlı kaşığı bal, reçel veya pekmez


Örnek Yemek Listesi
SABAH: 1 bardak süt,
1 yumurta,
1 dilim peynir,
1 orta dilim ekmek,
1 domates, 1 salatalık, maydanoz, yeşil biber, dereotu v.bKUŞLUK: 1 meyve + 1 bardak ayran + 1 ince dilim ekmekÖĞLE: 1 Porsiyon etli kurubaklagil yemeği
1 porsiyon pilav veya makarna
1 bardak ayran
1 porsiyon salata
1 orta dilim ekmek ,1 adet meyveİKİNDİ: 1 dilim ekmek+ 1 dilim peynir + domates , salatalık + 1meyveAKŞAM: 1 porsiyon et, balık, tavuk (sebzeli)
1 porsiyon zeytinyağlı sebze yemeği
1 bardak ayran,
1 porsiyon salata , 1orta dilim ekmekGECE: 1 su bardağı süt veya 1 porsiyon sütlü tatlı + 1 porsiyon meyveKahvaltıda veya ara öğünlerde 5 zeytin, 1tatlı kaşığı bal, pekmez, reçel tüketilebilir. 1 porsiyon meyve 1orta boy elma, portakal veya küçük bir salkım üzüm, ince bir dilim karpuz veya kavun, yarım muz veya greyfrut olabilir.
Gebelikte Beslenmede Dikkat Edilecek Noktalar Çay, kahve gibi içeceklerin yemekle birlikte tüketiminizi azaltıp, yerine ayran, süt, meyve sularını tercih ediniz. Her öğünde mutlaka C vitamini kaynakları tüketiniz.
Sebze ,meyve, kurubaklagilleri iyice yıkamadan tüketmeyiniz.Sebzelerin ,makarnanın haşlama sularını dökmeyiniz, ya suyunu çektirerek pişiriniz ya da sularını çorbalarda kullanınız
Sigara,alkol kullanmayınız, Sigara dumanına maruz kalmayınız.
Yemeklerde iyotlu tuz kullanınız. Tansiyon yüksekliklerinde yemekleri tuzsuz pişiriniz.
Hazır gıdalardan kaçınıp doğal besinler tüketiniz. Hazır içecekler, hazır çorbalar, ve mevsimi olmayan sebze ve meyveleri tüketmeyiniz.
Et, balık, tavuk, kurubaklagil tüketimini birer gün ara ile yaparak tek düzelikten kurtulup bıkkınlık yaratmadan doğru besleniniz.
Süt içemiyorsanız yoğurt veya ayran tüketiniz. Peynir yerine çökelek tüketebilisiniz.
Yağda kızarmış hamur tatlıları yerine, meyve veya sütlü tatlıları tercih ediniz.

Meme Kanserinin Önlenmesinde Beslenme

Soya
Batı toplumlarında meme kanseri en fazla görülen 2. kanser türüyken, Uzak Doğu ve Asya´da görülme oranı daha düşüktür. Asya ve Uzak Doğudan Amerika´ya göç edenler üzerinde yapılan çalışmalarda meme kanseri oluşumunda çevresel koşulların genetik etmenlerden daha etkili olduğu saptanmış ve buna en önemli katkıyı da beslenme şeklinin sağladığı belirtilmiştir.
Bir çok bitkide östrojenik aktiviteye sahip çeşitli kimyasal bileşikler mevcuttur. Bu bileşikler tıpkı insan vücudunda bulunan östrojene benzer yapı gösterirler.
Uzak Doğuda çeşitli formlarda soya fasulyesinin tüketimi yaygındır (soya fasulyesi, tofu, soya sütü gibi). Soya, bitkisel östrojenler (fitoöstrojen) açısından zengin bir kaynaktır.
İnsan fizyolojisinde östrojenlerin rolü genellikle önemlidir. Bitkisel besinlerde bulunan fitoöstrojenler, insan sağlığının korunmasında, pek çok hastalığın önlenmesinde önemli rol oynarlar.
Yapılan çalışmalarda, fitoöstrojenlerin oral olarak alındıklarında; kanser, koroner kalp hastalıkları gibi pek çok hastalığın oluşma riskini ve menopozda ve adet döneminde meydana gelebilecek problemleri azalttığı belirtilmiştir.
Bu nedenle, soya meme kanserinden korunmada etkili bir besindir.

Bronş Astması ve Gebelik

Gebelik anne için yeni bir durumdur. Bu ortamda bir canlı çocuk annenin yaşamına ortak olur. çocuğun anne karnında gelişebilmesi ve yaşamını devam ettirebilmesi, onun gereksinimlerinin karşılanmasına bağlıdır. Gereksinmelerin önemli bir bölümünü enerji tüketimi için besinler ve oksijen oluşturur. Oksijen solunum sistemi tarafından sağlanır. Solunum sisteminde oksijenin sağlanması gaz alışverişi yapan ünitelere solukla alınan hava hacmi ile orantılıdır. Gaz alışverişi etrafı kılcal damarlarla çevrili alveol adı verilen hava boşluklarında gerçekleşir. Solunan ve bu alana ulaşan havadaki oksijen, alveolün diğer tarafında ince damarlar içinde dolaşan toplardamarlardan gelen venöz dediğimiz kana geçer. Bu geçiş iki taraf arasındaki basınç eşit oluncaya kadar devam eder. Geçişi etkileyen faktörler iki taraf arasındaki oksijenin basınç farkı, kan akımı ve alveole örneğin 1 dakikada ulaşan toplam hava miktarıdır. Gaz alışverişinin yapıldığı alana bir dakikada ulaşan toplam hava miktarı ise solukla bir defada alınan hava ve dakikada yapılan soluk sayısı ile belirlenir.
Ağız ve burundan, gaz alışverişinin yapıldığı alveollere, hava. iletici hava yolları ile gelir. İletici hava yolları 20'den fazla da1lanarak alveollere ulaşmaktadır. Son taraflardaki da1lanmalarda hava yollarının sayısı çok fazla artarken Çapları incelmektedir. Küçük hava yollarındaki yaygın bir iltihaplanma ve çaplarındaki daralına, soluk havasının gaz alışverişi yapılan alveollere ulaşmasını zorlaştırır ve engeller. Tamamen kapanan hava yollarının alveollrine ise hiç ulaşamaz.
Göğüs karesinin içi ile karını ayıran içinde kas dokusu bulunan zara diafragma denilir. Karın solunumu yapıldığında bu zar çalışır. Zar kubbe şeklindedir. Bu kubbenin 1 cm aşağı gitmesi ile "genişleyen gazın basıncı düşer" kanununa göre göğüs içinde atmosfere göre oluşan negatif basınçla yaklaşık 250 ml hava akciğere girer. Gebelikte yer işgal eden çocuk ve yarattığı basınç yapısal değişikliklere neden olur. Başlangıçta karın içi hacim artışının yükselteceği basıncın bir bölümü karın kasları tarafından kompanze edilir. Daha sonra göğüs kafesinin alt tarafı genişler, diafragma yaklaşık ortalama 4 cm yükselir. Bu şekilde torasik ve karın içindeki basınçlar sabit tutulmaya çalışılır. Gebeliğin arttırdığı oksijen gereksinimi solunum organı tarafından karşılanmaya çalışılır.
Yukarıda sözü edilen yapısal değişiklikler, soluk volümü ve dolayısı ile dakika ventilasyonunu artırır. Bunun anlamı ise gaz alışverişi sağlayan alveollerdeki ventilasyonun artması demektir. Bu şekilde oksijen tüketimi ve bazal metabolizma artışı sağlanabilir. Özellikle yatar durumda olmak üzere alveollerin yer aldığı bazı üniteler, artan karın içi basıncın diafragmayı itmesiyle kapanır. Bu kapanan ünitelere gelen venöz kan alveollerde gaz alışverişin yapmadan büyük dolaşma geçerek, atar damarlarla tekrar vücuda dağılır. Buna şant adı verilir. Şantın anlamı ise atar damarlarda dolaşan kandaki oksijen basıncının düşmesidir. Atar damarlardaki oksijenin basıncı kritik bir seviyeye düştüğü zaman kanla vücudun dokularına taşınan oksijenin miktarı azalır.
Gebe anneler sıklıkla nefes darlığından yakınırlar. Bunun gerçek nedeni bilinmemekle birlikte, yukarıda anlatılan adaptasyon sağlayan yapısal ve fizyolojik değişiklerle ilgili olması gerekmektedir.
Bronş astması diğer bölümlerde açıklandığı gibi, anne ve babadan gelen yapısal yatkınlığı bulunan kimselerde, solunum la giren ve tahripkar etkiye sahip maddeler veya aşın duyarlılık yaratan tetikleyici faktörlerle veya bilinmeyen mekanizmalarla gelişen inflamasyon sonucu hava yollarının daralması ve/veya küçüklerden bir kısmının içindeki kalın yapışkan balgamla tıkanması şeklinde tanımlanmaktadır. İnflamasyon döneminde özellikle tetikleyici maddelerle temas aşırı duyarlılık şeklinde kendisini gösterebilir. Hava yollarının inflamasyonu çaplarının daralması ve bazılarının tıkanması ile gaz alışverişi yapılan alanlara giden hava miktarı ile orantılı olmak üzere dokularda enerji üretimi için kullanılacak, kanın taşıdığı oksijen miktarı azalır. Hastalığın yaratabildiği en önemli sorun budur.
Gebelikle bronş astmasının doğal gidişi yaklaşık yüzde elli oranında değişmez. Geriye kalanların yansında tablo daha ağırlaşırken, diğerlerinde düzelir. Bronş astmalılar hava yollarında hasara neden olan veya aşırı duyarlılığı tetikleyen faktörlerle temastan kaçınmalıdır. Başka bölümlerde bu konuda yeteri kadar bilgi verildiği için burada bunlar tekrarlanmayacaktır. Yalnız sigara dumanı ülkemizde önemli sorundur. Özellikle kapalı ortamlarda içilen sigara, dumanının pasif olarak içmeyenlerce solunmasına neden olmaktadır. Sigara içmeyen insanlarda içenler kadar olmasa da, zararlı etkiler saptanmıştır. Bu nedenle sigara dumanından kaçınılmalıdır.
Gebelikle bronş astmasına ve gebeliğin kendisine zararlı etkilerinden dolayı aktif ve pasif sigara içilmemelidir. İyi tedavi edilen ve komplikasyonsuz astına gebeliği etkilemez. Tedavi güvenirliği kanıtlanmış ilaçlarla. gerekli doz ve sürelerde yapılmalıdır. Bu şekilde potansiyel bronş astması komplikasyonların çocuğun gelişmesini etkileme sorunu olmaz. Çocukta bronş astması gelişeceğini saptayabilen bir test yoktur. Anne gebelik süresince kendisini ve doğumdan sonraki 2 yıl çocuğunu, astmayı tetikleyen faktörlerden uzak tutmalıdır. Bu şekilde bronş astmalı annelerin çocuklarında bronş astması riski azaltılabilir. Doğum sonrası ortalama 6 ay kadar emzirmenin çocuğun astmaya karşı direncini arttırdığı bugün için kabul edilmektedir.
Gebe bronş astmalıların en fazla endişe ettikleri sorun, aldıkları ilaçların çocuklarındaki potansiyel yan etkileridir. Kullanılan ilaçların potansiyel yan etkileri ile sağladıkları yararı karşılaştırmak gereklidir. Sadece yan etkileri göz önüne alınarak, tedavi sağlayıcı ilaçlardan kaçınmak doğru değildir. İlaçların çocuklar üzerindeki yan etkileri yapılan hayvan deneyleri ve edinilen deneyimlerin dökümü ile tahmin edilebilir. Bu bakımdan hayvan deneyleri ve gebelerdeki kullanımlar ve bunların sayısı, ilaçların güvenirliğini belirleyecektir. Bronş astması tedavisinde kullanılan ilaçların çoğu bu güvenirliğe sahiptir.
Sık kullanılan ilaçlardan kortikosteroidler, toplum içinde yan etkileri daima gündeme gelen ve kullanımından kaçınılan ilaçlardır. çoğu kez bu durum fobi şeklindedir. Bazı tıp doktorları bu ilaçların gerekli olduğunda sağlayacakları yararları göz ardı ederek, yarar/zarar hesabı yapmadan sadece yan etkilerinden dolayı kullanıIma1arını engellemekte ve var olan steroid fobisinin yaygınlaşmasına neden olmaktadırlar. Steroidlerin yan etkilerine sahip olmayan fakat onlar kadar etkili alternatif ilaçlar bulunmadıkça, sağladıkları yararlar üstün olduğu için kullanılmaları gereklidir. Kortikosteroidlerin başka önemli bir özelliği yan etkilerinin bir çoğunun alman doz ve bu dozdaki kullanım süresi ile paralellik göstermesidir. Yüksek dozlarda, örneğin; üç hafta kullanım ile aylarca hatta yıllarca kullanım arasındaki yan etkiler arasında büyük fark vardır. Yıllarca steroid kullanan ve sağladığı yararla sağlıklı yaşayan bir çok insan vardır. Önemli olan gerektiğinde bu ilaçların bilinçli kullanımıdır. Ayrıca bronş astmasında hayat kurtarıcı oldukları için her zaman acil durumlarda yüksek dozda ve gerektiği süre kullanılmaları uygundur.
Kortikosteroidler tavşan yavrularında yarık damak gelişmesine neden olabilmektedirler. Gebelikte kullanımla, insanlarda böyle bir bozukluk gözlenmemiştir. Gebelik öncesi ve süresince sürekli kullananlarda, doğum olayı gibi gereksinimin arttığı durumlarda, insanın kendi adrenal bezinden salgılaması gereken kortikosteroid miktarı yetersiz kalabilir. Böyle durumlarda ek kortikosteroid verilmesi gereklidir. Yukarıdaki yazılanlar ağızdan tablet olarak veya iğne yapılarak alınan kortikosreroidler için geçerlidir. Solunum yoluyla (inhalasyon, itici gazla ölçülü doz püskürtme, toz) düşük dozlardaki kortikostetoidlerin yan etkileri ağızdan alınanlardan çok daha az ve düşük orandadır.
Gelişmiş ülkelerde kortikosteroidler, gebelerde doğrudan solunum yoluyla güvenilir olarak ve yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sadece oral kandidiyazise (pamukçuk) gebelerde biraz daha sık rastlandığı bildirilmektedir. En fazla deneyime sahip solunum yoluyla kullanılan steroidler; beclomethason dipropionat ve budesonid'dir. Diğerlerinde yeterli deneyim yoktur.
İnflamasyonu azaltan ama etkisi kortikosteroidlerden dalıa az olan ilaçlar kromolin sodyum ve nedokromil sodyumdur. Kromolin sodyum güvenilir bir ilaçtır. Nedocromil sodyum için gerekli deneyim yoktur.
Bronkodilatör ilaçlardan betamimetikler kanda şeker ve potasyum seviyesinin düşmesine ve su tutulumuna neden olabilirler. Kaslarda kramplar görülebilir. Bu grup ilaçlardan epinefrin çocukta malformasyonlara yol açabilir. Dünyaya en yaygın kullanılan salbutamol ve terbutalin malformasyon yönünden güvenilir ilaçlardır. Teofilin türevi ilaçların çocukta irritabilite ve hareketlerinde artış dışında yan etkileri yoktur.
Gebe annelerin hava yollarında inflamasyona yol açan maddelerle gebelikteki temasları ve çocuğun doğumdan sonraki ilk 2 yılda bu maddelerle karşılaşması ileride bronş astması gelişmesinde risk oluşturmaktadır. Gebelik döneminde annenin ve özellikle doğumdan sonra çocuğun ilk 2 yılda böyle temaslardan kaçınması gerekmektedir. Sigara dumanı dışında evlerde bulunan akarlar ve türlü hayvanlar bunlara örnek olarak verilebilir.
Gebelik sonlandıktan yaklaşık 3 ay sonra annenin bronş astmasının seyri, gebelik öncesi ile benzer hale gelmektedir. Doğum sırasında çoğu kez sorun yoktur. Ama akut ağır atak gelişme riski düşük olmasına rağmen, böyle bir durumda tedavi prensipleri değişmez. Ani gelişen atak bu nedenle sorun yaratmaz. Verilen tedavinin yan etkisi Olmaz ve doğum problemsiz olarak sonlandırılır.
Sonuç olarak gebelikte bronş astması tedavisi problemsizdir. Ancak deneyim olmayan bazı ilaçlardan kaçınılmalıdır. En büyük sorun olarak görülen kortikosteroidler her zaman ve hayat kurtarıcı olarak kullanılabilirler. Bu ilaçların dozu ve kullanım süreleri gerektiği kadar olmalıdır. Tedavi edilmeyen bronş astması ataklarının anne ve çocukta neden olabileceği zararlı etkiler, başta kortikosteroidler olmak üzere kullanılan ilaçların potansiyel yan etkilerinden daha ağır olabilir.

Yaz Sıcakları ve Gebelik

Kutsal, gururlu ve zor !!! Hele de yaz sıcaklarında...
Anne adayının her yönüyle kendisine daha çok dikkat etmesini gerektiren bir dönemdir gebelik. Sağlıklı bir bebek sahibi olabilmek ve rahat bir gebelik geçirebilmek her annenin ve babanın arzusudur. Bu sadece yaşadığımız topluma sağlanacak bir katkı değil, aynı zamanda tüm evrene de bir kazanç olarak kaydedilecek bir uğraşıdır.
Çevresel faktörler özellikle gebelik döneminde kadınları diğer zamanlara göre daha fazla etkiler. Sadece kadınları mı ? Bütün evi etkiler, Toplumun olduğu gibi ailenin de temel direği olan kadını etkileyen her şey hepimizi etkiler.
Özellikle yazın sıcak aylarında gebeliğin getirdiği yük biraz daha ağırlaşır. Bu dönemde anne beslenmesine, giyimine, temizliğine daha çok dikkat etmelidir. Çünkü sıcak ek bir yük olarak gebeliğe eklenir.
Yeryüzüne ulaşan güneş - ya da ultraviyole - ışınlarının insan ve insan derisi için pek çok faydasının yanısıra gözardı edilemeyecek zararları da vardır. Yaşamın diğer dönemlerinde olduğu gibi gebelik döneminde de güneşten bilinçli şekilde yararlanılmalıdır. Tüm biyolojik olayların başlaması ve sürdürülmesi, kemik yapımına yardım eden vitamin D� nin üretimi, hastalık yapan mikropların yok edilmesi ve insan psikolojisine olumlu etkileri ile güneş ışınlarının yaşamsal gerekliliği tartışılamaz. Ancak bu ışınların güneş yanığı, deri kanseri oluşumu, çeşitli alerjik reaksiyonlar ve erken deri yaşlanmasına yol açtığı, hele de ten rengi açık olan insanlarda bilinen gerçeklerdir. Bu nedenle gebelerin, özellikle 11.00-15.00 saatleri arasında güneş ışınları daha dik ve etkili geleceğinden, gün ortası saatlerde dışarı çıkmamalarında fayda vardır. Geniş kenarlı şapkalar, güneş ışınlarını yansıtan açık renkli giysiler ve sağlıklı güneş gözlüklerinin kullanılması yararlı olur. Yaz aylarında herkesin ve özellikle yüksek risk grubunda olan gebelerin, bilinen güneşin zararlı ışınlarının köyü etkilerini azaltan koruyucu kremleri kullanmak gebeliğe zarar vermez, aksine koruyucu etkileri gebeyi rahatlatacaktır. Bu arada bu çok faktörlü kremlerin çocuk, hatta bebeklerde de kullanılması yararlı olacaktır. Yazın özellikle güneş ışınlarından yararlanmak için, ışınların dik gelmediği, şiddetinin daha az olduğu sabah ve öğleden sonra güneşlenmek, gebelik döneminde daha çok tercih edilmelidir.
Güneş sadece ışınları ile değil, ısısıyla da dünyamıza yarar sağlamaktadır. Ancak bu her zaman herkese uygun olmaz, örneğin gebelikte zaten az da olsa yükselmiş vücut ısısı nedeniyle yaz sıcakları gebeliği yorucu hatta bazen riskli kılar. Sıcaklık artışları kan basıncının da artmasına neden olabilir, yada buna eğilim varsa ortaya çıkarabilir. Bu nedenle gebelerin günün sıcak saatlerinde korunmasız olarak dolaşmaları, kan basıncında artışlara ve bunun neden olabileceği istenmeyen hastalıklara yol açabilir. Bu nedenle yazın ter emici, rahat, hafif, kolay değiştirilebilir ve yıkanabilir giysilerin tercih edilmesi gerekir.

Aşırı sıcaklarda gebelerin dikkat etmesi gereken bir diğer önemli konuda besin zehirlenmeleridir. Özellikle yaz aylarında yiyecekler hızla bozularak, toksin ve bakteri oluşumuna neden olurlar. Açık yerlerde satılan ve temiz izlenimi vermeyen gıdaların tüketilmemesi oluşabilecek hastalıkların önlenmesinde önemli yer tutar.
Gebeliğin ilerleyen dönemlerinde sık sık, ancak azar azar yemek yemek yararlıdır. Bu yemek düzeni yazın daha da önem kazanır. Böylece gebeliğe bağlı olarak büyüyen rahimin basınç etkisi azaltılacak, mide yanması gibi yakınmalar olmayacak ve zaten ileri gebelik dönemlerinde zorlaşan nefes alıp verme bir kat daha zorlaşmayacaktır.
Yaz aylarında bol miktarda sıvı gıdalar tüketilmeli, terlemeyle vücuddan eksilen tuz ve su muhakkak alınmalıdır. Teleme ile kaybedilen tuz ve mineraller, dengeli bir şekilde daha çok taze meyveler ile karşılanmalıdır. Gebelikte süt ve süt ürünlerinin tüketilmesi yararlıdır, gerek protein ve gerekse mineraller özellikle kalsiyum bu yolla sağlanabilir. Yağlı gıdalardan kaçınmak hele de yaz sıcaklarında kaçınmak gerekir. Terleme ile kaybedilen sıvının yerine konması anne adayı ve bebek için çok önemlidir. Günde en az 2,5 litre sıvı alınması gereklidir yazları. Ancak daha çok su tüketmenin yararları daha fazladır. Taze meyve suları kolalı ve kutu meyva sularına tercih edilmelidir. Bilindiği gibi çoğu kutu meyve sularında çabuk bozulmalarını önlemek amacıyla konulan özellikle anne karnında gekişmekte olan bebeğe zararlı kimyasal maddeler vardır, bu nedenle tüketilmeleri sakıncalı olur.
Alkol ve sigara kullanmanın ne sağlıkla nede gebelikle bağdaşmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar var ! !
Sıcakta terlemeyle birlikte deride birçok bölge nemli kalacağı için mantar enfeksiyonlarına yaz aylarında daha rastlanır. Bu nedenle özellikle vücudun kıvrımlı bölgeleri kuru tutulmaya çalışılmalı ve sık sık ılık duşlar yapılmalıdır. Özellikle vajinal enfeksiyonlar erken doğuma yol açabileceği için vajinal akıntılarda veya idrar yolları iltihabını düşündürecek bulgular � idrar ederken yanma, koyu ve kokulu idrar etme, sık sık idrara çıkarma gibi � varlığında hemen hekime başvurulmalıdır.
Hastalıklar ortaya çıkmadan önlenmesi her zaman daha kolay ve daha az yorucudur. Çok küçük noktalara dikkat edilerek ileri de oluşabilecek sorunlar engellenebilir.
Sağlıklı ve mutlu gebelikler dileriz.

Gebelik ve Diayabet

Gebelik doğal bir olay olmasına karşın gebelik sürecinde anne ve bebeğin sağlığını tehlikeye sokabilecek birtakım olaylar gerçekleşebilir. Normal seyreden gebeliklerde bile anne adayının vücudunda meydana gelen bazı istenmeyen değişiklikler, anne ve bebeğin yaşamını tehdit edebilir. Bu nedenle anne adayları gebelik öncesinde gerek vücudun böbrekler, karaciğer, solunum sistemi, kalb ve damar sistemi, kan şekerini ve kan yapısı gibi temel fonksiyonları ve gerekse de özellikle düşüklere ve sakat bebeklere neden olabilen toksoplazma, herpes (uçuk), kızamıkçık, ve benzeri virütik hastalıkar açısından sıkı bir tıbbi kontrolden geçmeli, ve bir sakınca yoksa öyle gebeliğe karar verilmelidir. Aksi taktirde bu sorunlar anne adayını ve hiçbir şeyden haberi olmayan bebeği zor durumlara sokar, hatta ölümlerine yol açabilir !
Bu nedenle gebelikler kazara değil planlanarak, olmalı diyoruz, �aile planlaması� diyoruz. Böylece doğum öncesinde anne adayında ortaya çıkabilecek sorunlar saptanır ve tedavi edilebilir.
Anne adayı daha önceden tamamen normal olsa da gebelik nedeniyle ortaya çıkabilecek problemlerin başında şeker hastalığı (diabet) gelir. Diabetes mellitus (şeker hastalığı) insulin salgılanması ve/veya insulin etkisindeki eksiklik sonucunda ortaya çıkan vücudun temel yapı taşları olan ve gıdalarla alınan karbonhidrat, yağ ve protein kullanımındaki bozuktur. Dünya Sağlık Örgütü diabeti 3 sınıfta toplamıştır. Bunlar diabetes mellitus, bozulmuş glikoz toleransı ve gebelikte ortaya çıkan diabettir. Gebelikte ortaya çıkan diabet gebelik öncesinde aşikar olmayan belirti vermeyen ancak gebelikle belirti veren diabet olarak tanımlanabilir. Bu hastaların daha önceden bilinen diabetleri yoktur. Gebelikte ortaya çıkan diabetlilerde doğum sonrasında glukoz kullanımı düzelebilir, bozuk veya diabetik olarak devam edebilir.
Gebeliklerin yaklaşık % 0,2 - % 0,3�ünde anne adayı daha önceden diyabet tanısı almış iken gebelikte ortaya çıkan diabetin görülme sıklığı % 1 - 4 arasında değişir. Bu oranlara göre Türkiye�de 15 ile 75 bin diyabetik anne bebeği doğduğu anlamına gelmektedir. Dünyada ise günde 135 bin gebeliğin gebelikte ortaya çıkan diabet ile birlikte olduğu bilinmektedir. Görüldüğü gibi hiç de küçümsenecek bir durum değil !
Gebelikte ortaya çıkan diabetin tanısı için 24-28. gebelik haftasında bütün gebelere tarama amaçlı 50 gr. glukoz testi yapılmalıdır. Gebelik kontrolleri sırasında annelerin riskleri belirlenmeli ve oluşabilecek komplikasyonlar yönünden anneler uyarılmalıdır.
25 yaşından küçük olanlarda, normal kiloya sahip olanlarda, ailede diabet öyküsü bulunmayanlarda, daha önceki gebeliklerinde herhangi bir sorun yaşamamış olanlarda gebeliğe bağlı diyabet daha az görülür.
Şişman gebeler, daha önceki gebeliklerinde diabeti olanlar, ailede diabet öyküsü bulunanlar, yaşlı anneler, tekrarlayan düşükleri olanlar, izah edilemeyen anomalili bebek doğuranlar, tekrarlayan vajinal ve üriner enfeksiyonu olanlar ve bebeği normalden iri (4500 gr� ın üzerinde bebekler) olanlarda daha diabet gelişme riski yüksektir. Bu nedenle önceki gebeliklerinde 4500 gr�ın üzerinde doğum yapanlara ise tanısal amaçlı oral glukoz tolerans testi uygulanmalıdır.
Gebeliğe bağlı diabet ile annenin hastalıkları ve bebeklerin hastalıkları ve ölümleri arasında yakın bir ilişki vardır. Gebeliğe bağlı diabette, bebekte aşırı irilik, yeni doğan yani hemen doğum sonrası bebekte kan şekeri düşüklüğü, kan hücrelerinde bozukluk ve sarılık riski artar, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon daha sık görülür, bebeğin rahimde içinde bulunduğu sıvı olan amniyon sıvısındaki artış ve buna bağlı ters gelişlere sık rastlanılır. Bu nedenle bu hastalarda doğum daha çok sezaryen ile gerçekleştirilmek zorunda kalınabilir.
Gestasyonel diabet öncelikle diyet yani beslenmenin düzenlenmesi ile tedavi edilmelidir. Diyet % 50 - 55 karbonhidrat, % 30 yağ ve % 20 protein içermelidir. Günlük alınması gereken kalori miktarı ise gebelik öncesindeki ideal kiloya göre hesaplanır ve kilo başına 30-35kcal�dır. Bunun düzenlenmesini diyetisyenler yapar. Şişman hastalarda kalori miktarı daha da düşürülebilir. Diyet tedavisinde amaç kilo kaybı ile insüline olan doku cevabını artırmaktır. Hastaların bu dönemde demir ve kalsiyum ihtiyaçları karşılanmalıdır. Hastalar günlük aktivitelerine devam etmeli, egzersiz ve yürüyüşlerle kilo vermeye çalışmalıdır. Eğer diyet ve egzersizlerle kan şekerleri normal seviyelerde tutulamıyorsa (açlık kan şekeri <105mg/dl,>
Gebelikleri sırasında diabet tanısı alan hastalar doğumdan sonra da izlenmelidir. Doğumu takiben 6-8. haftalarda 75 gr lık glukoz tolerans testi ile kalıcı diabetin oluşup oluşmadığı tesbit edilmelidir.
Diabeti olan anneye gelecekteki gebelikler için tavsiyede bulunulmalıdır. En yaygın olarak mekanik engel oluşturan yöntemler kullanılabilir. Bunun yanında düşük doz oral kontraseptifler de kullanılabilir. Bu ilaçlar kullanılmaya başlandıktan sonra kan şekerleri yakından takip edilmelidir. Eğer hasta doğurganlığını tamamlamışsa tüp ligasyonu (rahim kanallarının bağlanarak kalıcı bir şekilde gebeliğin önlenmesi) önerilebilir.
Hanımlar unutmayınız bütün bunlar gebelik sırasında hekim kontrolleri ile tanınır ve takip ve tedavisi yapılır. Bu nedenle gebelerin sadece kendileri için değil, henüz doğmamış bebekleri için de en yakınlarındaki sağlık kurumlarından düzenli gebelik muayenelerini yaptırmaları gereklidir. Ana Çocuk sağlığı merkezleri, sağlık ocakları gibi merkezlerde bu taramalar yapılabilmekte, ille de hastanelere gitmek gerekmemektedir.
Bebeğiniz ve kendiniz için gebelik öncesi ve gebelik sırasında düzenli kontrollerini yaptırın, yaptırmayanları da uyarın lütfen...

Kadınlarda Cinsel İşlev Bozuklukları

Cinsel istek bozuklukları
Cinsel istek genellikle cinsel yanıt döngüsünün ilk evresi olarak değerlendirilir. İstek sadece psikolojik bir durum gibi görünse de sıklıkla hormonal dengesizlik ya da tedavi gibi fiziksel durumlardan etkilenmektedir.
Azalmış cinsel istek Azalmış cinsel istek sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).
Kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenler göz önünde bulundurularak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varılır. İstek burada cinsel içerikli rüyalar ve fanteziler, erotik materyele ilgi, cinsel etkinlikle ilgili arzuların farkında olma, olası çekici cinsel eşlere yönelik dikkatin olması ve cinselliğin azalmasına ilişkin hayal kırıklığının olması gibi durumları kapsamaktadır. isteğin olması çeşitli faktörlere bağlıdır: biyolojik güdü, yeterli özgüven, cinsellikle ilgili önceki deneyimlerin olumlu olması, uygun bir cinsel eşin olması birlikte olunan kişi ile cinsellik dışındaki alanlarda da iyi bir ilişkinin olması. Bu alanların herhangi birinde sorun olması cinsel isteğin azalması ile sonuçlanabilir. Azalmış cinsel istek bozukluğu bazı durumlarda tüm cinsel eşlere ya da tüm cinsel aktivitelere genellenebilir. Genellikle diğer cinsel sorunlarla (orgazm olamama, kayganlaşma olmaması gibi) birlikte görülse de cinsel isteği az olan bazı kişiler cinsel olarak uyarılır ve orgazma ulaşırlar.
Cinsel istek azalması hem fiziksel hem de psikolojik sorunlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Cinsel isteği azaltan fiziksel faktörler yaşlanma, bazı ilaçlar, ağrı, alkolizm, böbrek yetmezliği, kronik hastalıklar, nörolojik durumlar ve hormonal dengesizliklerdir. Psikolojik nedenler arasındaki stres, kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar, beden imgesiyle ilgili kaygılar, anksiyete ve depresyon isteği azaltabilir. İlişki ile ilgili sorunlar (güç çekişmesi, çatışma, düşmanlık), cinsel travma (tecavüz), önemli yaşam olayları (ailede birinin ölümü, çocuk doğumu, taşınma gibi) ve cinsel ilişki ile bazı olumsuz anıların eşleşmesi gibi durumlar da önemlidir. Bazen cinsel istek azalması bir ilişkideki bozulmanın işareti olabilir.Öfkeli, korkulu ya da zihni dağınık kişiler genellikle cinsel yakınlık için istek duymazlar. Cinsellikten uzun süre uzak kalmak da cinsel dürtüyü bastırabilir.
Cinsel isteğin az olması kadınlarda cinsellikle ilgili en yaygın şikayetlerdendir. Kadınların yaklaşık %33'ünün hayatlarının bir döneminde cinsel ilgi ya da istek azalmasıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Yaş gruplarına göre sıklık değişmektedir. 18-24 yaşları arasındaki kadınların %32'si cinsel istek azlığından etkilenirken bu oran 30-34 yaş grubunda %29.5 ve 35-39 yaş grubunda %37.6'dır. Cinsel isteğin ne kadarının normal olduğunu söylemek zordur. Genelde klinisyen bir çok faktörü-kültürel bağlamda ilişkinin özellikleri gibi- bir arada değerlendirmelidir. Ayrıca cinsel eşin cinsel istek düzeyi de-eşlerden birindeki aşırı isteği belirlemek için değerlendirilmelidir. Bu arada eşlerin birbirinden farklı cinsel istek düzeylerinin olması herhangi birinde psikolojik bir sorun olduğu anlamına gelmez. Cinsel temas ve doyum gereksinimi kişilere göre değişebildiği gibi aynı kişide de zaman içinde farklı olabilir. Genel toplomda cinsel istek azlığının % 20 civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Cinsel tiksinti bozukluğu
Cinsel isteğin daha şiddetli bir derecede ortadan kalkmasıdır. Cinsel tiksinti bozukluğu olan bireyler cinsel aktivetelerden kaçınırlar, kendilerine cinsel yönden yaklaşıldığında korku, kaygı ya da iğrenme ifade ederler. Bu durum belirgin bir sıkıntıya ya da kişilerarası ilişkilerde zorluklara neden olur. Böyle bir sorunu olanlarda cinsel uyaranlara yanıt çok geniş bir yelpazede ortaya çıkabilir. Şiddetli derecede cinsel tiksinti bozukluğu olan kişilerde cinsellikle ilgili durumlarda panik atağa varan sorunlar yaşanabilir. Bu sorun travma sonrası stres bozukluğu gibi başka psikolojik sorunlarla birarada görülebilir. Bu bozukluk tecavüze uğrama ya da çocuklukta istismar gibi cinsel saldırıya maruz kalınan durumlarda, cinsel birleşmenin ağrılı olduğu durumlarda ya da cinsel dürtü ile utanç, suçluluk gibi duygular arasında farkında olunmayan bir bağlantı olduğunda ortaya çıkabilir.

Kadınlarda cinsel isteği artırmanın yolları
Sorunun karmaşıklığı ve bireylere özgü oluşu göz önüne alındığında işe yarayan tek bir yöntem olamayacağı açıktır. İçlerinde Viagra (sildefanil) de olmak üzere cinsel uyarılma üzerine etkili olduğu düşünülen bir grup ilaç araştırılmaktadır. Bu ilaçların çoğu genital bölgedeki kan akımını artırarak etkili olmaktadırlar. Hem kadınlar hem de erkeklerde testosteron libido açısından önemli olduğundan cinsel istek azalmasının tedavisinde kullanımı araştırılmıştır. Kadınlarda yaşla testosteronun azaldığı göz önüne alındığında zaman içinde libidolarında belirgin bir düşüş farkeden kadınlarda yararlı olabilir. Ancak cinsel istek azalması olan kadınların çoğunda testosteron düzeylerinin normal olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Testosteron tedavisi ile karaciğer hasarı, kalp hastalığı riskinde artış gibi yan etkiler oluşabileceği de dikkate alınmalıdır. Seçici östrojen agonistleri premenapozal ve postmenapozal kadınlarda cinsel isteği artırabilir. Cinsel aktiviteden bir kaç saat önce alınan metilfenidat gibi uyarıcılar antidepresan tedaviye ikincil cinsel işlev bozukluğu olan hastalarda cinsel yanıtın dört evresini de artırmıştır. Ancak uyarıcıların tedavide yeri belirsizdir. Bağımlılık, aritmi gibi yan etkileri de gözönünde bulundurulmalıdır.
Cinsel istek ile ilgili çalışmaların zor olmasının nedenlerinden biri cinsel döngünün bu ilk evresine eşlik eden açık fiziksel değişikliklerin olmamasıdır. Cinsel döngüde gözlenen normal fiziksel değişiklikler ikinci evre olan uyarılma evresine dek başlamazlar. Azalmış cinsel istek bozukluğu tedaviye en dirençli cinsel işlev bozuklukları arasındadır. Çoğu hastada duyumsal keşif alıştırmaları etkili değildir. Davranışçı yaklaşımdan çok psikodinamik yaklaşımla hastaya cinsel sorunların kökenini anlaması ve cinsel hazzın önündeki engelleri aşması için yardımcı olmak gerekebilir. Daha önce orgazm deneyimi olmayan kadınlar için masturbasyon alıştırmaları iyi bir yol olabilir.
Feromonların cinsel istek bozukluklarının tedavisindeki yeri de giderek daha fazla araştırılmaktadır. Bunlar dışında eğitim amaçlı erotik videolar da yararlı olabilir. Ancak cinsel tiksinti bozukluğu olanlarda erotik videolar kaygıyı artırabileceği için önerilmez.

Cinsel Uyarılma Bozukluğu
Cinsel uyarılma cinsel yanıt döngüsünün ikinci evresidir. Cinsel uyarılmanın kesin olarak psikolojik bir yönü olsa da aynı zamanda fizyolojik değişikliklerin görüldüğü ilk evredir. Kadınlarda genellikle pelvik bölgeye kan akımının olması, vajinal ıslanma ve genişleme ile dış genitallerin şişmesi ile karakterizedir. Bu değişikliklerin altında yatan mekanizma çok açık olmasa da cinsel uyarılma otonom sinir sisteminin uyarılması ile ilişkilidir.

Kadın Cinsel Uyarılma Bozukluğu (KCUB) Cinsel yanıtın genel uyarılma yönünün ortadan kalkmasıdır. Bu durumda kadınlarda vaginal kayganlaşma ya da genişleme olmadığı gibi erotik duyumlar da hissedilmez. Fiziksel temas tiksindirici gelebilir veya belli bir noktaya dek temas zevk verebilir. Uyarılma sorunu olduğunda orgazmla ilgili sorun da olacaktır. Bir araştırmada mutlu bir evlilikleri olan kadınların % 33'ü cinsel uyarılmayı sürdürmede zorluk tanımlamışlardır. Bütün işlev bozuklukları gibi KCUB da cinsel uyarıma yanıtı olan bir kadında yaşamın belli bir döneminde ortaya çıkabilir ya da en başından beri yanıt olmayabilir. İşlev bozukluğu yalnız belli durumlarda görülebilir ya da genelleşmiş olabilir. Örneğin; yaşam boyu ve durumsal KCUB olan bir kadın her zaman uyarılma güçlüğü yaşayacak ve bu yalnızca eşiyle ortaya çıkacaktır.
Masters ve Johnson normal tepki veren kadınların özellikle adet öncesi dönemde istekli olduğunu bulmuştur. Yakın zamanlı bir araştırma da bu sorunu yaşayan kadınların adeti izleyen dönemde daha istekli olduğunu belirlemiştir. Bir üçüncü grup kadının da tam yumurtlama (ovulasyon) döneminde en yoğun cinsel uyarılmayı hissettiği belirtilmektedir.
Cinsel uyarılma ile ilgili sorunlar bazı fiziksel durumlar ve yaşam dönemleri ile ilişkili olabilir. Diyabet, sigara kullanımı, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve sinir hasarı hem kadın hem de erkekte cinsel uyarılmayı olumsuz etkileyebilir. Emziren kadınlarda vajinal ıslanmada azalma olabileceği belirtilmiştir. Menapoz döneminde ve sonrasında östrojenin azalması da uyarılmayı zorlaştırabilir. Bazı ilaçlar da uyarılmayı bozabilir. Antidepresanlar, antihipertansifler ve antihistaminikler sıklıkla bu yan etkiye sahiptir.
Bu işlev bozukluğunun en yaygın nedenleri arasında suçluluk ve düşmanlık yer almaktadır. Suçluluk genellikle cinsel ilişkiden hoşlanma isteği ile bunu yapmaktan duyulan korku arasındaki iç çatışmayı içine alır. Düşmanlık sıklıkla eşle ilgilidir. Kadında cinsel uyarılmayı artırmaya yönelik tedaviler Genital bölgeye kan akımını artırarak ya da ıslanmayı kolaylaştırarak etkinlik gösteren ürünler üzerine denemeler sürse de bunlar henüz deneysel düzeydedir. Bazı vazodilatör kremlerin cinsel uyarılmayı düzeltici etkisi sınanmaktadır. Sempatik sinir sistemini uyaran ilaçlar, yohimbin, sildefanil gibi ağızdan kullanılan ilaçlar da araştırılmaktadır. Bu ilaçlar kan akımını artırarak ya da sinir sisteminin bazı bölümlerini uyararak çalışırlar. Efedrin cinsel uyarılmayı ve orgazmı artırabilir. Ancak bu konuda çalışmalar sınırlıdır. Yan etkiler de kullanımı kısıtlamaktadır.
Trazodonun cinsel uyarılmayı artırabildiği belirtilmektedir. Öte yandan kadınlarda depresyon tedavisinde cinsel yan etkileri olmayan antidepresanlar seçmek de önemli görünmektedir.Nefazodon ve mirtazapin bu yönden daha güvenlidir. Kadın Orgazmik Bozukluğu Kadın cinsel yanıtının orgazm kısmıyla ilgili bir bozukluktur. Bu durumda kadın cinsel olarak uyarılır ancak odaklanma, yoğunluk ve süre yeterli olduğu halde orgazma ulaşamaz. Yaşam boyu orgazm bozukluğunda kadın bir eşle ya da masturbasyon ile hiç orgazma ulaşamamıştır. Bu bozuklukla ilgili olarak normalde varolan kişisel varyasyonların farkında olmak önemlidir. Bir diğer önemli konu da kadının cinsel birleşme yoluyla orgazm olmamasının kadında bir sorun olduğu şeklinde yorumlanmasıdır. Birleşme olmadan klitorisin uyarılmasıyla orgazma ulaşan ancak klitoris uyarılmadığında sadece birleşme ile orgazma ulaşamayan bir kadın orgazm bozukluğu olarak değerlendirilemez. Çoğu kadın birleşme sırasında orgazma hem klitorisin elle uyarılması hem de penil vajinal uyarılma ile ulaşırlar. Kinsey 35 yaşın üzerindeki evli kadınların yalnızca %5'inin yaşamlarında hiç orgazma ulaşmadığını bulmuştur. Orgazm sıklığı yaşla artar.
Kadın orgazm bozukluğunun en önemli nedenlerinden biri "cinsellik eşittir cinsel birleşme" tarzı düşünmedir. Birleşme ve orgazmın başlıca amaç haline gelmesi orgazmı engeller.Kadının eşine kızgın olması da nedenlerden biri olabilir. Bir başka neden etkin olmayan cinsel tekniklerdir. Bazen kadın ve/veya cinsel eşi etkili bir şekilde uyarmayı beceremez. Sevişmek "bildiğimiz" değil öğrendiğimiz bir şeydir. Kaygı da cinsel tekniklerin etkin olmasını etkiler. Cinsellikle ilgili aileden ya da dinden öğrenilenler de bazen kadında kaçınmaya ya da açıkça etkin cinsel uyarımın reddedilmesine neden olabilir. Bazen kadın için orgazm kendini kaybetmek anlamına gelebilir. Bu konudaki kültürel beklentiler ve sosyal kısıtlamalar da oldukça önemlidir.
Orgazm bozukluğunun tedavisinde sildenafil kullanımının yararlı olduğuna ilişkin bilgiler vardır. Ayrıca ilaç kullanımına ikincil olan cinsel işlev bozukluklarında da yararlı olabilir. Buspironun kadın orgazm bozukluğunda yararlı olabileceği de ortaya atılmıştır.
Cinsel ağrı bozuklukları
-Vaginismus Vagina etrafındaki kasların birleşmeyi imkansız hale getirecek şekilde istemsiz olarak kasılmasıdır. Vaginismusun nedeni genellikle cinsel birleşme ile ilgili tiksindirici bir uyarandır. En sık rastlanan tiksindirici uyaranlar travmatik cinsel saldırılar, ağrılı birleşme ve travmatik pelvik muayenedir. Diğer nedenler arasında pelvik hastalık ve bilinçdışı korku ve/veya suçluluk olabilir. Tedavide sistematik duyarsızlaştırma, pubokoksigeal kas eğitimi ve vajinal dilatörlerin kullanımı beraberce önerilir. Eşin işbirliği tedavinin etkinliğini belirleyen en önemli etken gibi görünmektedir.
-Disparöni cinsel ilişki ile birlikte tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı olması. Tekrarlayıcı ya da kalıcı genital ağrı cinsel birleşme dışındaki cinsel uyarılmayla da ortaya çıkabilir. Disparöni vestibülit, vajinal atrofi veya vajinal enfeksiyon gibi tıbbi sorunlara ikincil olabileceği gibi psikolojik de olabilir ya da her iki durum bir arada etkili olabilir. Ayrıca vajinismusa ikincil ya da ıslanmanın olmamasına bağlı da olabilir. Tedavide nedene yönelik tıbbi ve cerrahi girişimler önemlidir. Ancak çoğu kadın için bu girişimlerin yanı sıra bilişsel-davranışçı terapi gerekli olmaktadır. Kadın cinsel işlevinde hormonları rolü Hormonlar kadın cinsel işlevinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynarlar. Hayvan deneylerinde östrojenin duyuları etkilediğine ilişkin kanıtlar elde edilmiştir. Menapoz sonrasındaki kadınlara östrojen verilmesi vajina ve klitoristeki kan akımını artırır. Yaşlanma ve menapoz sonucu en sık karşılaşılan cinsel yakınmalar istek kaybı, ağrılı cinsel birleşme, cinsel yanıtın azalması, orgazma ulaşmada zorluk ve genital duyarlığın azalmasıdır. Islanmanın azalması ve duyarlığın bozulması östrojen düzeylerinin düşüklüğü ile ilişkilidir. Testosteron düzeylerinin düşük olması cinsel uyarılma, genital duyarlık, libido ve orgazmdaki azalma ile birliktedir.

Kadın Üreme Organları

Kadın üreme organlarını, dış ve iç üreme organları olarak iki bölümde incelemek gerekir.
Dış üreme organları ; büyük ve küçük dudaklar, klitoris, zar ve vajina (hazne) girişinden oluşur. Vajina girişinin hemen üzerinde bir üreme organı olmayan idrar deliği de yer alır.
İç üreme organları ; vajina, rahim (uterus), yumurtalıklar (overler) ve tüplerdir (rahim kanalları).
Dış üreme organları

Büyük dudaklar (labia majör): Kadın üreme organının en belirgin kısmını oluştururlar. Her iki yanda birer tane olmak üzere yukarıdan aşağı uzanan, içlerinde bol miktarda ter ve yağ bezleri, kan damarları ve sinirler bulunan, iki deri kıvrımından oluşmuştur. Üst kısımları daha çok olmak üzere kıllarla örtülüdür.
Küçük dudaklar (labia minör): Büyük dudakların hemen altında vajina girişini çevreleyen yaprak biçiminde iki küçük deri kıvrımıdır. Kıl ve deri altı dokusu bulunmaz. Ancak kan damarları ve sinirler açısından zengindir.
Klitoris (bızır) : Kadın cinsel organının üst bölümünde küçük dudakların bittiği yerde bulunur. Cinsel ilişki sırasında sertleşir ve duyarlılığı sağlar.
Zar (hymen): Vajina girişinden hemen sonra bağ dokusu ve damarlardan oluşan ince bir zardır. Zarın ortası, adet kanamasının dışarı atılmasını sağlayacak biçimde açıktır. Ender olarak tümüyle kapalı olabilir. İlk cinsel ilişki sırasında zarda zedelenme ve açılma olur ve her zaman olmasa da bir miktar kanama görülür. Ancak bazı zarlar ileri derecede esnek olur ve cinsel ilişkiye karşın kanamayabilir. Zar; bisiklete, ata binme, düşme ve benzeri durumlarda zedelenmez.
İç üreme organları

Vajina (hazne): Rahim ile dış ortam arasındaki bağlantıyı sağlayan boru şeklinde, esneme yeteneği çok gelişmiş bir organdır. Cinsel ilişki bu bölgede olur. Doğumda bebek buradan geçerek dünyaya gelir, doğum sonrası çok hızlı bir biçimde eski halini alır.
Rahim (uterus): Döllenme sonrası yumurtanın yerleştiği ve gebeliğin oluştuğu yerdir. Bebeğin anne karnındaki gelişimi burada olur. Kas ve bağ dokusundan oluşur. Normalde 8 cm. uzunluğunda , 5 cm genişliğinde ve 2.5 cm kalınlığında tersine duran bir armuta benzeyen bu organ, gebelik sırasında bebeği, bebek eşini ve bebek çevresindeki sıvıyı içinde barındırıp, büyümesine izin verecek şekilde genişler ve tüm karın boşluğunu kaplar. Doğumdan sonra 6 hafta içinde yeniden gebelikten önceki şekil ve büyüklüğüne döner. Rahmin iç yüzü ince bir doku (endometrium) ile örtülüdür ve her ay çocuğun yerleşmesi için hormonların etkisiyle kalınlaşır, oluşacak gebeliğin en baştaki hali olan döllenmiş yumurta veya embriyonun yerleşmesi, sağlık ve güven içinde büyümesi için gerekli yataklığı yapar, besin maddelerini hazırlar. Eğer gebelik olmazsa adet kanaması şeklinde dışarı atılır.
Tüpler (rahim kanalları): Rahmin iki yanından çıkarak yumurtalıklara doğru uzanan 8 - 10 cm uzunluğunda boru şeklinde kanallardır. Görevi yumurtalıktan atılan yumurta hücresini yakalayıp, kendi içinde yumurtanın sperm tarafından döllenmesini sağlamak ve döllenmiş yumurtayı rahim içine taşımaktır.
Overler (yumurtalıklar): rahmin her iki yanında yaklaşık 3.5x2x1 cm büyüklüğünde, üzeri girintili çıkıntılı iki organdır. İkisinin içinde döllenmemiş, gelişmeye hazır ortalama 400.000 � 500.000 yumurta vardır. Ergenlik (buluğ) çağının başlaması ile birlikte, her ay bunlardan bin kadarı döllenmek için yola çıkar, ancak çoğu kez bir tanesi olgunlaşır ve yumurtalık dışına çıkarılır. Atılan bu yumurta tüp tarafından yakalanır. Daha ender olarak birden çok yumurtanın üretilmesi ve döllenmesiyle birbirinden farklı bebekler oluşturmak üzere çoğul gebelikler de oluşabilir. Buna en iyi örnek çift yumurta ikizleridir.
Kadınlar neden adet görür ?

Kızlar çocukluktan ergenliğe geçerken genellikle 9 yaş civarında adet görmeye başlar.
Adet görme, her ay rahim içini döşeyen endometriumun zamanını doldurarak dökülmesi ve az bir kanama ile rahimden vajinaya, oradan da dışarıya atılmasıdır. Rahim içini döşeyen dokunun rahim duvarından ayrılması sırasında az bir kanama oluşur, adet sırasında ortaya çıkan kanamanın nedeni budur.
Yumurtalıkta her adet döneminde bir yumurta olgunlaşır. Yumurta olgunlaşması adet kanamasının ilk günü başlar ve ortalama 14 gün sürer. Olgunlaşan yumurta dışarı adet kanamasının 12-16 günleri arasında atılır. Tüpler ise yumurta atılacağı zaman yumurtalıkların üzerine bir el gibi yapışıp vantuz gibi yumurtayı içine alır. Eğer yumurta tüp içindeyken cinsel ilişki olmuşsa, kadına geçen ve rahimden yukarıya doğru ilerleyen erkek tohum hücresi (sperm) erkekten getirdiği genetik özellikleri yumurtaya aktarır. Bu olaya �döllenme� denir. Döllenmiş yumurta bölüne bölüne çoğalırken, rahim kanalından rahime doğru iner ve rahim içine ulaşınca adetin ilk gününden itibaren kalınlaşan ve yumurtlamadan sonra bebeğin yerleşmesi için özel bir şekil alan rahmin iç yüzeyini döşeyen dokuya (endometrium) yerleşir. Rahim iç yüzeyini döşeyen dokudaki değişimler yumurta gelişirken ve atıldıktan sonra yumurtalıklardan salgılanan hormonların etkisi ile oluşur. Böylece yeni bir bebeğin oluşum öyküsü başlar. Döllenmiş yumurta yerleştiği anda çeperlerinde binlerce hücre bulunan su dolu küçük bir lastik top görünümündedir. Daha sonra bu yapı içindeki hücrelerden bir kısmı bebek oluşumunu sürdürürken, bir kısım hücreler de anne ile bebek arasındaki ilişkiyi sağlayan bir yapıya, halk arasında �çocuk eşi� denilen �plasenta� ya dönüşür. Eğer gebelik oluşursa çocuk eşi çıkardığı hormonlarla hem yumurtalığın işlevini üstlenir hem de rahim içini bebek için uygun ortamda tutar. Gebelik oluşmazsa çocuk eşi oluşmayacağından yumurtalığın görevini sürdürecek hormonlar da oluşmaz. Böylece rahim iç yüzeyi dokusunun beslenmesi bozulur ve adet kanaması ile atılır.
İlk adet görme yaşı bir kızdan diğerine değişir. 9 ile 16 arasında herhangibir yaşta olabilir. Adet döngüsü, bir kanamanın başlamasından, diğer kanamanın başlangıcına kadar geçen süredir. Kişiye göre değişiklik gösterebilirse de iki adet dönemi arasındaki süre ortalama 28 gündür. 21 ile 35 gün arasındaki süreler normal kabul edilir. Bu döneme yeni giren genç kızlarda ilk 1 - 2 yılda adet düzensizlikleri olabilir. Daha sonra adetlerinin belli bir düzende olması gerekir. Kanama miktarı da kişiye göre değişiklik gösterir.

umurtalık (Over) Kistler

Overde kist, overden köken alan sıvının birikmesi ile oluşur. Adet gören hanımlarda görülen birçok kist normaldir. Bunlara işlevsel kist adı verilir. Ovulasyon adı verilen yumurtlamadan sonra oluşurlar. İşlevsel kistlerin zamanla ( bir ile üç ayda ) küçülmesini beklemekteyiz. Bu nedenle hekiminiz sizin kistinizi izlemek amacıyla üç ay sonrasına kontrole çağıracaktır ya da yumurtlamayı önleyerek, kist oluşumunu engellemek için doğum kontrol hapı almanızı önerecektir.
Menopozdaysanız ve adet görmüyorsanız, işlevsel kist oluşturmanız beklenmez. Kist varsa, hekiminiz kisti değerlendirebilmek için sizin ultrasonunuzu görmek isteyecektir. Kistin görüntüsü, yaşınıza ve kiste eşlik eden yakınmalarınıza göre, sizden ileri inceleme isteyecektir. Kiste eşlik edebilecek olası yakınmalar ağrı, karında şişme, yemekten sonra şişkinlik hissi ve kabızlıktır.
Kuşkulu bir kist durumunda ultrasonografi yanı sıra kanınızda CA-125 düzeyine de bakılabilir. Bu inceleme sıklıkla over kanserinin tedavisini izlemede kullanılmaktadır, ancak bir kistin kanserli olup olmadığı konusunda da ipuçları verebilir.
Kist hangi durumlarda ameliyat edilmelidir?
İşlevsel kistler iyi huyludur ve büyük olasılıkla ameliyat edilmeleri gerekmeyebilir; ancak kist aylarca küçülmezse, tersine büyürse ve ultrasonografideki görüntüsü iyi huylu kiste benzemezse hekiminiz sizi ameliyat etmek isteyebilir. Özellikle kistiniz menopoz sonrası gelişirse ameliyat olmanız gerekebilir, çünkü over kanseri 50 ile 70 yaşları arasında en sık görülmektedir. Ameliyata karar verildiyse, kistin doğasına göre ve hekiminizin olanaklarına göre ameliyat türü seçilir. Kistiniz küçükse (erik büyüklüğünde), CA-125 düzeyiniz normal ve ultrasonda iyi huylu görünüyorsa; doktorunuz olanağı varsa laparoskopi ile kistinizi almayı yeğleyebilir.
Ancak kist büyükse ya da kötü huylu olmasından kuşkulanılıyorsa daha büyük bir ameliyat gerekebilir.

Menopoz

Menopoz, kadınlarda genellikle 45-50 yaşları arasında yumurtalıkların görevini eskisi gibi yapamamasına bağlı olarak adetten kesilmeye verilen addır. Menopoz bir hastalık değil, yalnızca yaşamın bir dönemidir.
Menopoz, kaçınılmaz bir yazgı değildir. İyi bir tedavi ile bu dönemi sorunsuz geçirebilirsiniz.
Menopozun ilk belirtileri; adet düzensizlikleri, uykusuzluk, gerginlik, ateş basması, çarpıntı gibi sorunlardır.
Ciltte kırışıklık, idrar kaçırma, cinsel bölgede kaşıntı, yanma, kuruluk, ilişki sırasında ağrı ve cinsel isteksizlik menopozun ileri dönemlerinde görülen yakınmalardır.
Menopoza girilmesiyle vücutta başka hastalıklar da ortaya çıkabilir. Bunların başında kalp ve damar hastalıkları ile osteoporoz denilen kemik erimesi gelir.
Menopozda hormon tedavisi, vücutta yaşa bağlı olarak azalmış olan kadınlık hormonunun yerine konması anlamına gelir.
Hormon tedavisi, bir doktor tarafından, gereken bütün tetkikler yapıldıktan sonra başlanırsa kesinlikle kansere neden olmaz.
Hormon tedavisi kilo almaya neden olmaz.
Menopoz tedavisine adet düzensizlikleri başladığı zaman başlanırsa en kısa sürede en iyi sonuç alınır. Menopoza bağlı rahatsızlıklar ortaya çıktıktan sonra başlanan menopoz tedavisi, şikayetlerin artmasını önler ancak vücutta meydana gelmiş hasarları gideremez. Örneğin tedavi ile kemik erimesi önlenir, fakat azalmış olan kemik dokusu yerine gelmez.
Menopoz tedavisinde süreklilik çok önemlidir. Bazen ömrünüzün sonuna dek ilaç kullanmanız gerekebilir. Doktorunuzla çok iyi bir ilişki kurmalı, kafanıza takılan soruları mutlaka sormalısınız. Unutmayın eğer iyi bir tedavi görürseniz, MENOPOZ DÖNEMİ SİZİN İÇİN YAŞLILIK DEĞİL, İKİNCİ BAHARINIZ OLABİLİR. Bu dönemin kendine özgü güzelliklerini mutlaka görmelisiniz.
 
estetik klip izle tatil cilt bakımı